29 Eylül 2008 Pazartesi
Sansür
Ekşi Sözlük
27 Eylül 2008 Cumartesi
Süper Men de Giderse...
Alpaslan Dikmen
Cesuryürek
Ayıp
Rıdvan diyor ki
26 Eylül 2008 Cuma
İbrahima Yattara
Büyük Değişim
Geçen sene Galatasaray ezeli rakibi Fenerbahçe'nin karşısına deplasmanda çıkarken kadrosu bu şekildeydi. Takımın tamamı Türk oyunculardan oluşuyordu. Açıkçası bu maçtan sonra da ligin büyük bir bölümünde Galatasaray'ı bu kadro (+Nonda) taşıdı ve şampiyonluğu getirdi. Geçen senenin Galatasaray'ı yetenekleri kısıtlı ama çok koşan, rakibe alan bırakmayan, çok dinamik bir takımdı. Kalite olarak kat kat altında olduğu söylenen Fenerbahçe'yi de Türkiye Kupası'ndan eledi, ligde de geçerek şampiyon oldu. O zaman yabancılarından sıfır verim alan Galatasaray, bugünlerde yabancılarıyla kazanıyor. Peki ne değişti, bir bakalım.
Öncelikle transferle başlayalım. Geçen seneden takımda olan Bouzid ve Carrusca gibi 2 gereksiz yabancı gönderildi ve gerekli kontenjan açıldı. Oynadığı ve iyi olduğu zamanlarda Premiere League'in en iyi sol açıklarından biri olarak kabul edilen Harry Kewell bonservissiz alındı. Defansın göbeğinde fazla ücret almasına rağmen seneler geçtikçe yaşlanan ve sorun yaratan Song gönderildi, onun yerine Bundesliga'nın iyilerinden sayılabilecek, topu oyuna sokma konusunda çok başarılı olan Meira geldi. Kalede bir şekilde güven vermeyen Aykut ve Orkun'un yanına da daha önce İtalya Milli Takımı'na çağrılarak kalitesini kanıtlayan Morgan de Sanctis alındı. Hakan Şükür'ün gidişiyle azalan ve alternatifsizleşen forvet hattına da bir dönem yıldızı parlayıp sönen ama kalitesi tartışılmayacak bir oyuncu olan Milan Baros getirildi. Bütün bu olanlara bakınca, bu transfer sezonunun Galatasaray açısından hem maddi hem de sağladığı yarar açısından en parlak sezonlardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Takımın ihtiyacı olan bölgelere nokta transferler yapılırken Galatasaray daha fazla kaliteli oyuncusu olan bir takım haline geldi. Şimdi bu transferlerin sahaya nasıl yansıdığına bakalım.
Önce kaleden başlayalım. Morgan de Sanctis gelmeden önce oynayan Aykut ve Orkun birer çizgi kalecisi olarak başarılı olsalar da ikisinin de yan toplarda zaafı olması, topu oyuna iyi sokamamaları, her an hata yapma risklerinin yüksek olması ve defans oyuncuları üzerinde bir hakimiyet kuramamaları çok büyük handikaplardı. Morgan de Sanctis oynadığı ilk maçta çok zor bir pozisyonun gol olmasını önleyerek Aykut ve Orkun'un bir sezondur veremediği güveni bir maçta verdi. Yan toplardan çok fazla gol yiyen Galatasaray'ın en büyük sorunlarından biri altıpasa doğru kesilen ortalara kalecinin çıkmamasıydı, Sanctis onu da halletti. Topu oyuna çoklukla defansla paslaşarak sokup, geri paslarda hata oranını da azaltınca Galatasaray'ın topu ayağında tutmasına ve oyunun temposunu daha rahat dikte etmesine olanak sağladı. Defansta Meira, kuşkusuz bu senenin en iyi transferlerinden biri, benim şahsi fikrim en iyisi. Geçen sene Song-Servet ya da Emre-Servet şeklinde oynayan ve topu oyuna sokmakta zorlandığı için hemen her topu ileriye şişiren bir defans yerine Meira'nın gelişiyle birlikte ortasahaya kısa pasla topu ulaştıran, zaman zaman oyunu kanatlara açan, pozisyon bulduğunda topla beraber ileri çıkıp tehlike yaratan bir defans ortaya çıktı. Takım arkadaşlarıyla uyumu tam sağlayamadığı için defansta özellikle yerleşmede hatalar yapsa da zamanla Meira'nın Türkiye'ye gelmiş en kaliteli defans oyuncularından biri olduğu ortaya çıkacaktır. Gelelim Harry Kewell'a. Daha takımda çok yeni olmasına rağmen gerek futbolcular gerek taraftarlar tarafından şimdiden çok seviliyor. Klasik bir kanat oyuncusunun yaptığı gibi topu alıp çizgiden gitmiyor, daha çok içeriye kat ederek oynamayı seviyor. Uzaktan şutları, arka direkte kendini unutturarak attığı ve atacağı goller Galatasaray'ın gol bulmakta sıkıntı çektiği maçlarda çok işine yarayacak. Skora yaptığı büyük katkının yanı sıra, Harry Kewell ortasahada oyun kurma işleminde Lincoln'e de yardım ediyor. Böylece Galatasaray oyunu tek bir oyuncu üzerinden organize etmemiş oluyor. Hem Lincoln'ün yükü hafifliyor, hem de Galatasaray karşı takımlar için durdurulması daha zor bir takım haline geliyor. Son olarak da Baros. Uzun zamandır Galatasaray'ın aradığı aralara kaçan, gerektiği zaman adam da eksiltebilecek, havadan yerden bitirici, iki ayağını da kullanabilen, yırtıcı bir forvet. İlk 11'de çıktığı 2 maçta 4 gol atarak 4-4'lük bir seçim olduğunu da tekrar kanıtladı. Özellikle yaptığı koşularla gerek kendisi top alması, gerek iyi anlaştığı Nonda'yı boş bırakmasıyla Galatasaray'a çok gol kazandıracaktır. Bu performansını devam ettirdiği takdirde -ki öyle olacağını düşünüyorum- Turkcell Süper Lig'in açık ara gol kralı olur.
Galatasaray'ın bu sene hücumda yükünü çekecek olan bu 4 adam, defansta güven verecek olan Meira, kaleyi koruyacak olan Morgan De Sanctis. Geçen sene yabancısız mücadele eden ve şampiyon olan Galatasaray, bu sene daha kaliteli, daha teknik, ve daha yabancı kadrosuyla şampiyonluk arayacak.
24 Eylül 2008 Çarşamba
Hoşçakal Kazım Kanat
Pascal Oliver Nouma
"Ölünce beni İnönü'ye gömün!"
Oliver Pascal Nouma
22 Eylül 2008 Pazartesi
İyi ki Doğdun Harry Kewell
Türkiye'ye gelmesinden daha çok kısa bir süre geçmesine rağmen attığı gollerle, verdiği paslarla, sempatik hareketleriyle Galatasaray taraftarları tarafından şimdiden çok sevilen Harry Kewell 30. yaşını kutluyor. İyi ki doğdun Harry Kewell, iyi ki seni canlı izleme fırsatını bize verdin.
21 Eylül 2008 Pazar
Niçin Yanıldım ?
Bundan bir önceki, Fenerbahçe'nin dününü ve bugününü incelediğim yazımda Fenerbahçe'nin geçen seneye oranla çok daha kötü olduğunu ve bugünkü Gençlerbirliği maçından beraberlikle ayrılacağını yazdım ve ekledim; yanılırsam, niye yanıldığımı yazmam lazım.
Yanıldım, çünkü futbolun bir rakibe karşı oynandığını unuttum. Tamam Fenerbahçe eksikleri olan bir takım ve kesinlikle iyi oynamıyor, ama karşısındaki Gençlerbirliği'nin biraz da ismine kanarak hata ettim. Maç Gençlerbirliği açısından tam bir kabustu bence. Defansta sürekli olarak diziliş hataları yapan, adam kaçıran ve kart gören oyuncular, ileri uçta da kendi halinde ve ortalama bir Süper Lig takımı kalitesine erişemeyen oyuncular. Tamamen Mehmet Nas'ın ayağına bakan bir takım. Fenerbahçe cephesindeyse değişen hiçbir şey yok. Yine çift ön libero, yine sadece 4 oyuncuyla hücum, yine bekler açık, yine stoperler rakibin top almasına izin veriyor. Sadece bu sefer karşılarında çok daha yeteneksiz bir takım vardı. Bugün Fenerbahçe'nin karşısında ilk hafta yenildiği Gaziantepspor olsaydı işler çok daha farklı olabilirdi. Kaldı ki rakibi 10 kişi kalmadan önce Fenerbahçe yine evinde oynadığı bir oyunda yeteri kadar pozisyon bulamadı. Özellikle geçen seneye kıyaslarsak, ilk 20 dakikada bulduğu pozisyonların yarısını koca bir ilk yarıda bulamadı.
Özetle Fenerbahçe'de değişen hiçbir şey olmadığını düşünüyorum. Yanılırsam, tekrar niçin yanıldığımı yazacağım.
20 Eylül 2008 Cumartesi
Fenerbahçe'nin Dünü ve Bugünü
Alex Ferguson der ki; bir spor yazarı perşembe günü maçın kaç kaç biteceğini, pazartesi günüyse neden yanıldığını yazmalıdır. Bu söze fazlasıyla katılmakla beraber Porto-Fenerbahçe maçıyla ilgili tahmin ve yorumlarımın bulunduğu yazıyı çok fazla yazmak istememe rağmen yazamamıştım. Yazsaydım Porto'nun Fenerbahçe'yi yeneceğini yazacaktım. Nedenlerine gelince, Fenerbahçe'nin hala hazır olamaması, zaten kötü olan defansında Edu'nun da eksik olması, geçen sene Fenerbahçe'yi ileri taşıyan ve Avrupa'da gollerinin çoğunu atan Deivid'in eksikliği, Semih'in yokluğu, Porto'nun hücum hattının çok hızlı oynayan ve kaliteli oyunculardan oluşması ve Fenerbahçe defansının hızlı forvetlere ve araya atılan toplara zaafı olması gibi şeyler yazacaktım. Aragones'in Fenerbahçe'yi tanımaması yazmayacaktım, ama Fenerbahçe'nin kötü oyunu ve 3 puan kaybetmesinin en büyük nedeni bu oldu sanırım.
Geldiğinden beri yanlış bir tercih olduğunu düşündüğüm Aragones beni yanıltmıyor ve her geçen gün ben kötü bir tercihim diye bağırıyor. Geçen senenin Fenerbahçe'sine bakalım. Herkesin eleştirdiği Zico, ligde evinde çok az puan kaybeden, deplasmanlarda nispeten oyun kalitesi düşmesine rağmen kazanmasını bilen, bir şekilde gol bulan bir takım yaratmıştı. Avrupa'da da çok koşan, ortasahayı elinde tutup rakibinin oyununu bozan, tempoyu düşürüp yetenekli oyuncularıyla gol arayan bir Fenerbahçe vardı. Bu oyun planının işlediği çok açık, Fenerbahçe özellikle evinde çok başarılıydı geçen sene. Bu seneye bakınca, Turkcell Süper Lig'in sıradan bir takımıyla karşılaşıyoruz. Maçlara ortasahayı geçmeyen 2 ön liberoyla başlayan, Alex - Güiza - Kazım - Uğur Boral 4'lüsü dışında hiçbir oyuncunun duran toplar dışında gol atmasının mümkün olmadığı bir oyun sistemi görüyoruz. Fenerbahçe gol üretmekte zorlanıyor, 2 ön liberolu ve 4 defanslı sisteminde kendisinden kat ve kat kalitesiz takımlara birçok pozisyon veriyor. Yapılan transferlere baktığımızda da farklı bir şey görmüyoruz. Çünkü Fenerbahçe oldukça verimsiz bir transfer dönemi geçirdi. Hemen hemen aynı bölgede oynayan 2 vasat oyuncu Emre ve Josico alındı, Aurelio ve Appiah verildi. Çok gol kaçırdığı için eleştirilen Kezman gitti, çok gol kaçıran Güiza geldi. Fenerbahçe'nin yedekleri hala ortasahada Ali Bilgin ve Burak Yılmaz, forvette İlhan Parlak, defansta Can Arat ve Yasin, kalede Volkan Babacan. "Futbolu herkesten iyi bilen" Aziz Yıldırım hiç kusura bakmasın ama bu paraya bu kadro en hafif ifadeyle fiyasko! Avrupa'da senelerdir başarısız olan ve ligde her sene diğer 2 ezeli rakibinin nallarını toplayan rakiplerine karşı bu sezon Fenerbahçe 3. olursa Allah'a duacı olsun.
Fenerbahçe bugün Kadıköy'de Gençlerbirliği'yle oynuyor. Maç başlamadan tahminimi yapıyorum. Evinde olmanın rahatlığıyla Fenerbahçe kaybetmez, ama bu oyunla kazanamaz da. Ben bu maçı açık bir beraberlik ve Aragones için sonun başlangıcı olarak görüyorum. Yanılırsam neden yanıldığımı yazmak bana düşer.
18 Eylül 2008 Perşembe
Porto-Fb
17 Eylül 2008 Çarşamba
Türkiye'de Oynamış En İyi Kaleciler Top5
5 Mondragon
Evet biraz çirkef bir adamdır (rakibe kafa atıp kendi darbe görmüş gibi gibi yere yere atlamak vs.) ama Türkiye'de bütün takımların taraftarları tarafından sevilip sayılmış bir kalecidir. Dev gibi yapısına tezat oluşturacak şekilde duygusal ve çevik olması ilginçtir. Saha dışında köpekleriyle ailesiyle oldukça sevimli bir adamdır, çoğu Fenerli bile sever. Ki hele Ümit Özat'ın acı olayından sonra ağlamasında tüyleri diken diken olup Mondragon sevgisi çoğalmayan kaç kişi vardır ki? Yeteneğine de laf edilemez tabi ki, GS'ye çok maç çevirmişliği vardır ve bunları doğru pozisyon alışı ve zor hareketleri bile kolay göstermesiyle olağanmış gibi gösterir.Kolombiya'nın çılgın kaleci ekolüne uyar, uymayıpta birinci kaleci olan şahısta zaten bir yukarda. Mondragon deyince de aklıma hep Rapaiç'in uzaktan şutuyla kazandığımız GS maçında gene Rapaiç'in süper frikiğini inanılmaz çıkarışı ve Ercan Taner'in repliği aklıma gelir: "Rappaiiç (uzat burda), doksanlardan çıkarıyor(burda tek kelime gibiymiş gibi direk söle)"
4 Oscar Cordoba
Bu kaleciyi bir üst sıraya koyamıyorsak tek sebebi vardır; kendi olan güveni. O kadar güvenirdi ki bu adam kendine, yayardı bariz. Kaç kere demişliğimiz vardır "o adam o topu çıkartır normalde" diye. Benim izlediğim tüm kaleciler arasında en iyi degaj yapan kalecidir ayrıca, Erman Toroğlu abartmasıyla "Bademciği göster oraya atıyor topu Şansal". Çok inanılmaz akrobatiklikleri yoktur ama o akrobatikliklere gerek bırakmayan yer tutuşuyla, defansı organize etmesiyle, kaleci hissiyatıyla ve baya sağlam bir çizgi kalecisi oluşuyla listeye girmiştir. Gönderilişine çok üzüldüğüm ve haksız bulduğum isimlerin de başında gelir.
3 Volkan Demirel
Ne denebilir ki? O fiziğe rağmen bu çeviklik ve refleksler ile bir Alman ekolünde falan yetişseydi şuan bütün dünya onu konuşuyor olurdu herhalde. Şuanda yaptığı kurtarışları dünyada benim diyen üç beş kaleci bile yapamayabilir. Topu oyuna sokması da fena değil bence, evet iki tane top ıskalama gibi talihsiz durumu oldu ama bunlar her kalecinin başına gelebilir ki büyük hata yapmamış büyük kaleci duymadım şuana kadar. Ama Volkan'ın esas sorunu mental açıdan. Keşke Volkan'ı hizada tutacak biri olsa. Arkasından onu zorlayacak birisi yok diye inanılmaz salışı, rakip taraftarlara yaptığı gereksiz giderler, Lincoln-Koller-Hacettepe kırmızı kartları, gereksiz fazla güven. Antremanlardan sonra gazetecilere plonjon pozu verirdi eskiden, o derece büyük bir ego. Tamam elbet olacak o ego da sonra taraftarlar çok üzerme geliyor falan dememek lazım. Umarım kendini mental açıdan geliştirir de gereksiz hareketleri yerine büyük kurtarışlarıyla hatırlarız onu.
2 Claudio Taffarel
Brezilya'da milli kahraman boyutuna ulaşmış tek kaleci olsa da öncelikle büyük insandır Taffarel. İlgisini kesmediği bir çok evlatlık çocuğu vardır, antremana giderken arabası bozulduğunda düşünüp futbolu bırakıp restoran açan ilginç bir adamdır. Defansı organize edişi mükemmeldir- hoş o yıllarda önünde bu işin ustalarından Popescu'da vardı ama olsun-, topu oyuna sokuşta gördüğüm en efektik kalecilerden biridir-bunun sebebi de eskiden forvet olarak oynamasıdır, bu da "Oğlum kalecileri antremanlarda forvet oynatmak lazım nası süper olurlar" fenomeninin doğmasına neden olmuştur-, kişisel hata ile gol yediğini hatırlamaz kimse, zaten yediyse de kimsenin hatırlayamayacağı kadar güven verir insana. Hep bir yan top zaafından bahsedilirdi bu abide ama sırf her yan topa sazanlamıyor diye abartılmış bir şey olduğuna inanıyorum. Ayrıca penaltı konusunda da büyük bir ustadır, öyle direk köşe seçip atlamaz, oyuncuyu bekler öyle atlar. 3 tane dünya kupası vardır daha ne olsun yahu. Herkesin sevdiği oyuncular listesindendir gene, şimdi rahipliğe devam mı ediyor yoksa restoran başında takılıyor mu bilinmez ama antremanlara bisikletle gidişiyle, UEFA finalinde çizgiden çıkardığı Henry'nin kafasıyla, takımı uyandırmamak için otele kendi giriş yapmasıyla hatırlanacak güzel bir insandır. Tabi bir de oynadığı reklamdaki komik haliyle.
1 Rüştü
Türkiye'nin fenomeni. Belki Taffarel'den daha iyi değildi ama küçüklük kahramanını insan ne kadar objektif değerlendirebilir ki? Geri pas sorunu olan, 15 senedir pro futbol oynayan biri olmasına rağmen hala adam akıllı degaj kullanamayan, kötü bir Barcelona macerası yaşayan, son senelerinde saçma şekillerde gereksiz yan top çıkışları yapan bir adam. Peki bu adam nasıl efsane olabilir, nasıl ülkenin en iyi kalecisi olabilir? Çünkü Rüştü demek umut demektir, o rezalet defansın arkasında Rüştü var diye korkmamaktır, imkansız denilen maçı almaktır Rüştü, karşı karşıya kalınca korkulan adamdır Rüştü, karşı karşıyada pozisyonunda korkmamaktır Rüştü, aynı pozisyonda 4top çıkartmaktır Rüştü, en çılgın şekilde koşup uçan tekmeyle vurduğu topa tekrar zıplayıp rövaşata ile vurmaktır, yukarıdaki kalecilerin aksine asla ve asla salmamaktır, her maça asılmaktır Rüştü. Maç çeviren faktördür Rüştü. Artık eski formu olmasa da benim Türkiye'de izlediğim en büyük kalecidir Rüştü.
Akşam Naparız?
Geçen sezonun bütün o güzellikleri, takıma her halukarda güvenme duygusu, burdaki CSKA maçında Edu gene kendi kalesine atınca bile "aman abi nolcak çeviririz" deyişimiz. Bütün bunlar 3 haftada yok oldu. Bir yanım diyor ki "geçen sene insanlar laf ederken, şanstı derken, bikini mikini derken sen güvendin takımına ve seni yüzüstü mü bıraktılar? Hayır en son anda bile savaşıp gururlandırdılar." Diğer yandan da " Deli misin Carlos kendi halinde takılıyor, Gökhan-Uğur evlere şenlik, Alex'ten sonra en güvendiğin adam Semih kadroda yok, küçük Emrah Guiza boş kaleler kaçırıyor,Josico-Maldonado ikilisinin adları yeter, Edu yok(en azından kendi kalemize gol atmicaz=)) " diyorum. Umarım geçen seneki değişik CL haleti ruhiyesi tekrar baş gösterir,güneş doğmaya devam eder yoksa üzgünüm ama pek şansımız yok.
Gerrard&Reina Sağolsun
Rui bildiriyor: Tahmin doğru. Fransa'da "alkol reklamı" yasak, Liv'pool'un reklamı Carlsberg olduğu için bu maçlığına reklamsız çıktılar.
16 Eylül 2008 Salı
"Yorum Farkı" Geri Dönüyor
Gerçek Spider-Man: Jeremy Janot
15 Eylül 2008 Pazartesi
Peric
Gençler Eskişehir maçının özetini izlerken Gençlerbirliğinin kalecisi Peric'i gördüm ve ve formasına bayıldım.Bildiğin spiderman kıyafeti. Meğersem bu abi eski takımında da bu formayı giyermiş.
ilk resim Romanista Bukowski blogundan alınmıştır.
En Komik Türk Dizileri Top5
5 Çocuklar Duymasın
Türk toplumunun en çok izlediği üç beş diziden biriydi herhalde bu, aynı saatlerde 3 kanalda birden yayınlanır- Tgrt, Atv, Star- ve gene de reytingleri kötü olmazdı. Birol Güven'den hiç haz etmem ama küçükken ben de bu diziyi izliyordum. Hoş şimdi tekrardan izleyince küçükken zevklerimin baya kötü olduğunun farkına vardım çünkü ne espriler espriye benzermiş ne de konu. Pınar Altuğ ayrılmıştı diziden, çocuklar dedelerinin yanına taşındı falan falan dizi kafayı yedi ama bu listeye de bir şekilde girmeyi hak etti. Çünkü ben her ne kadar şimdi nefret etsem de diziden o zamanlar Türkiye'de bu diziyi izlemeyen bir kişi dahi yoktu.
4 Kaygısızlar/ Yarım Elma
Şimdi bu iki diziyi bir arada koyma sebebim basit, dizilerin kendisi de fena değillerdi ama bu listeye girmelerini sağlayan özellikleri gözümde kültlük derecesine ulaşmış olan iki karakter bulundurmalarıydı. Kaygısızlar'da Kültekin ve Çetesi, Yarım Elma'da da Medeni Karpuz. Kültekin ve Çete'sinin ettiği laflar inanılmaz bombaydı, Berber İsmail falan da vardı ama o üçlü dizinin hatırlanmasındaki en büyük etken. Yarım Elma'da ise diziye sonradan giren Medeni Bey tek cümle ile gönüllerde yer edindi: "Kıroyum emme para bende."
3 Ekmek Teknesi
Hasan Kaçan'ın eski hallerini yaşım itibariyle bilmem ama benim bildiğim Hasan Kaçan'ın en iyi projesiydi bu. İyi bir oyuncu kadrosu vardı, olaylar eğlenceliydi ve "sıcak" bir diziydi. Savaş Dinçel'in kızlarıyla ve karısıla olan ilişkisi, Peker Açıkalın ve "Kirli" Kadir Çöpdemir'in muhabbetleri diziyi hemen sevilen bir dizi yapmıştı. "Baba irtibatı koparmayalım", "Bu para bizi bozmasın Cengiz", "Lan Jale", "Tüm bardaklar dolsuuun" "Yüzüne bakmaya doyamayacağıın" gibi akıllarda kalan replikleri vardı. Ne yazık ki biraz dini tarafı var-ki çoğu Amerikan yapımında tillahını görürsünüz bunun ve bu kimseyi rahatsız etmez- ve "salaş" bir dizi diye hiç bir zaman hak ettiği yere gelemedi. Dizinin en unutulmaz kısmı ise kesinlikle Heredot Cevdet karakteriyle Hasan Kaçan ve tarihi olayları çok güzel, komik ve hafif çarpıtarak -ama konudan sapmayarak- anlatmasıydı. Berberin meşhur bağırışı da akıllarda kalmıştır herhalde.
2 Bir Demet Tiyatro
Yılmaz Erdoğan'ı ve yaptığı bütün yapımları severim, Vizonteleler, Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?, Otogargara, Bana Bir Şeyhler oluyor vs.. Ama Yılmaz Erdoğan'ın yazarlığının doruk noktası Bir Demet Tiyatro'dur. Tekrar denendi ama o eski hava yakalanamadı ne yazık ki. Süper insan Lütfiye, şaşkın anne Telviye Hanım, dizi sırasında vefat eden rahmetli her daim sinirli baba Burhan Bey, Fadıl Fıdıllıoğlu ve Cumhur Abi'si, Fadıl'ın ablası Mücver Abla ve sevgilileri, "Tirbişon" Berkant, Feriştah, Züleyha, gene dizi sırasında ölen rahmetli Laz Bakkal ve Çırağı Tombalak, Asuman, Van Damme, Füreyya, Elmas, Zabıta İrfan, Kudret, Bahattin, Tanıl, Spartakist Vedat, Eyvah Necdet, Asım abi, Altan Erkekli'nin şimdi isimlerini hatırlayamadığım pencereden bakıp "Cemileee Lak Lak" diye bağıran ve bar sahibi olan karakterleri, İrmik, Numan, Midyat, Seyfo, Saldıray Abi ve Mükremin Çıtır. Tüm bunları bir çırpıda saydım, ki unttuğum başka isimler de elbet vardır, bütün bu karakterlerin hepsi çok güzel yazılmıştı ve güzel oynanmıştı. Bu dizi için ayrı bir post atmak gerekiyor sanırım, ama tek kelime ile komik bir diziydi işte.
1 Avrupa Yakası/ Tatlı Hayat
Birinciliği hangisine vermeli bilemedim açıkçası. Tatlı Hayat benim izlediğim en komik dizilerden biriydi belki de birincisiydi, yabancı konsepti (Jefforsons) Türkiye'ye çok güzel uyarlamışlardı. Her ne kadar Türkan Şoray rol yapamasa da Haluk Bilginer inanılmaz oynayıp onun açığını kapıyordu. Yunan karakteri oyanayan Neco(Yorgo), eşi Çopan İlhan, asabi temizlikçi Asuman Dabak, Haluk Bilginer(İhsan Yıldırım)'in oğlu rolünde Emre Altuğ, Neco'nun kızı rolünde Gamze Özçelik-ki Emre Altuğ'yla evlenmişlerdi bunlar- Ata Demirer'in arada senaryoya giren süper karakteri Sibuti ve muazzam insan İrfan'ı oyanayan Celal Kadri Kınoğlu. Çok güzel bir diziydi ama kısa sürdü, keşke daha uzun sürseydi. İhsan Yıldırım'ın Yorgo'ya attığı laflar ve Menekşe'den aldığı ayarlar ve İrfan Bey'in kendisi sadece diziyi izlemek için yeterliydi.
Avrupa Yakası ise süper başlamış, güzel devam etmiş, sonradan bazen çok güldürmüş bazen eh dedirtmiş bir dizi. Ama bunda yazarı Gülse Birsel'in bir suçu olduğunu düşünmüyorum açıkçası çünkü yabancı sitcomlar reklamlarla beraber 30 dakika iken Avrupa Yakası reklamlarla neredeyse 120 dakikayı buluyor ve diğer diziler ortalama 22 bölüm çekilirken Avrupa yakası daha fazla çekiliyor, yani 5. sezonuna giren diziyi yabancı yapıma göre kıyaslarsak 20. sezon gibi oldukça büyük bir rakama ulaşıyoruz. Bu yüzden dizinin iki sezondur bazı bölümlerde eski sezonların çok altında kalmasına şaşmamak gerek. Sağlam bir kadrosu var dizinin, Gazanfer Özcan, ayrılmışta olsa 4sezon boyunca Hümeyra, yeniden gelen Ata Demirer vb. Ayrıca ve ayrıca Burhan Altıntop diye bir fenomen yaratmış bir dizidir bu. Yeni sezon tartışmaları her yerde yazılıp çiziliyor o yüzden o topa girmeyeceğim ama Ata Demirer ve Şener Şen gibi iki isim ve toplam sürenin kısaltılması geçen sezondan daha iyi bir sezon olacağına işarettir bence.
Benim aklım neredeydi editi: Bu listeye direk 3. sıradan girecek olan Sıdıka dizisini unuttum. Bunun telafisini, kendisine de bir post ayırarak yapacağım.
Büyümek
14 Eylül 2008 Pazar
Helal Olsun Ömer
Oyuncu Değişikliği Hakkımız da Doldu !
Ah Volkan ah ! Yapma Volkan ! Bu kaçıncı oldu acaba ? Daha Türkiye - Çek Cumhuriyeti maçında gördüğü ultra gereksiz kırmızı kartın tartışmaları bitmeden kariyerine bir kırmızı kart daha ekledi Volkan Demirel. Yine oyuncu değişikliği hakkı dolmuştu, bu sefer kaleye Yasin geçti. Gözlerimiz ve kulaklarımız da Rıdvan Dilmen'i aradı tabi.
Hep merak ederim, bu futbolcuları uyaran yok mu ? Ali Sami Yen'de yaptığı hatadan sonra sırtına vuranlar olmasaydı, "Delikanlı adam koçum benim." diyenler olmasaydı belki akıllanacaktı. Volkan'ın kısa sürede gördüğü 3. gereksiz kırmızı kart. Ali Sami Yen'de Galatasaray'a kupadan elendiği maç Lincoln olayı, Koller'i itmesi ve son olarak bugün yaptığı saçmalık. Bu sefer de hakem annesine, kız arkadaşına ve kız kardeşine küfretti heralde. Aslında sorulacak tek bir soru var, Volkan'ın yaptığına şaşıran var mı ?
Not: Sahi orada sarı kartı olup hala itiraz eden bir futbolcu daha vardı onun da bir kart daha görmesi gerekmez miydi ? Real Madrid'de oynadıktan sonra Türkiye'ye gelirsen gerekmez diyeceğim de dudak okuyucunun söyledikleri doğrultusunda ceza alan Hagi de Real Madrid de oynamıştı. Karpatların Maradona'sı Türkiye'de oynadığı takımı yanlış seçmiş demek ki.
13 Eylül 2008 Cumartesi
Canlı izlediğim en domine edici adamlar top 5
5 Zidane
Pasları, oyun görüşü, inanılmaz tekniği falan bir yana, bu adamın oyuna hükmedişidir onu bu listeye sokan. Arkadaşlarının hakkında "Ona o kadar güveniyorduk ki bazen topu ona verip gerisine karışmazdık, çaba sarf etmeyi kestiğimiz olurdu bu da bizi kötü etkilerdi" gibi şeyler söylediğini bir çok kez duymuş olmak bile bu adamı bu listeye sokmak için yeterli. Kötü başladığı 98 Dünya Kupasını ne yapıp edip alması, Juventus'ta kralken Real'e gidip Real'i de yönetmesi.. Büyük topçuydu işte.
2 Henry
Gene kasten seçilen bir resim. Arsenal tarihini Wenger öncesi ve Wenger sonrası diye ayırabiliriz (şimdi fanatik Arsenalliler kızmasın tarihe saygı diye ama ömür boyu sözleşme önerilen kaç teknik direktör vardır ki?) Peki Wenger dönemini nasıl ayırabiliriz en rahat şekilde, tabii ki Henry'li zaman ve Henry sonrası. Açıkçası hiç bir takım bir oyuncuya bu kadar bağlı oynamamıştır dersek yalan olmaz, ha Henry hiç bu takımı hayal kırıklığına uğratmış mıdır, hayır tabiiki de. Barça'ya geçip eşinden ayrılınca tam olarak "istenen" olamadı belki ama bu adam 99 dan 07'ye kadar Arsenal'in kralı oldu, her yeri tek başına domine etti, çıktığı kontra hep en tehlikeli oldu, bu kadar uzun süre domine edici bir adam görmedim duymadım bilmiyorum.
1 Ronaldo
Tamam bu noktada biraz format değişikliği yapmış olabilirim ama bu adam bu listenin en başında olmak zorunda. Cruzero, İnter ve Real performansıyla bile bu listeye girebilir, Brezilya milli takımıyla '98 ve 'o2 performansı da çok iyidir ama bu abinin PSV ile başlayıp Barça'da süren performansı benim izlediğim en muazzam performanstır.(Bu noktada formatı esnetme kısmıma geldik işte çünkü Ronaldo'nun o performanslarını canlı izlemedim ama sonradan izleyince kararımı verdim) Hiçbir şekilde durdurulamayacak bir oyun sergilemiştir, bir metrekarede 4adam geçmişliği vardır ve inanılmaz güçlüdür, iterler çekerler ve gene de düşmez. Bu kadar iyi olmaya kasları dayanamamıştır haliyle dizinden sakatlandıktan sonra sürekli sakatlanmıştır, ha o sakat olmadığı anlarda bize inanılmaz performans göstermiştir. Scolari'nin şu sözü onu en iyi anlatan sözdür kanımca: “Dizinden geçirdiği ameliyatlar onun yüzde 100 performansla oynamasına izin vermiyor. Ama yüzde 80’lik performansıyla bile o, dünyanın en iyisi”. Bu söz çok önceden söylenmiş bir söz, şimdi ne yapar ne eder bilemiyorum- ki son dünya kupasında ve Milan'da da çok çok kötü oynamamıştır bence, vücudu ne kadar izin vermese de son vuruşları gene sağlamdır abimin- ama bu "Fenomen" gelmiş geçmiş en dominant oyunculardan biridir gözümde.
12 Eylül 2008 Cuma
Tek Taraflı "Futbol Zirvesi"
Kralı Unutma
Hakan Şükür futbol kariyerine 1987 yılında Sakaryasporda başlamış, 3 yıl sonra Bursaspora transfer olduktan 2 yıl sonra 1992 yılında kaderindeki forma olan Galatasaray formasına kavuşmuştur. Bir efsane bu andan sonra yazılmaya başlamıştır.
Sarı kırmızılı taraftarlar Tanju Çolak gibi bir efsaneden sonra Hakan Şükür'den büyük şeyler bekliyordu ve Hakan Şükür taraftarları daha sarı kırmızılı forma altında ilk sezonu olan 92-93 sezonunda 19 gol atarak büyüledi. Sonraki 2 sezonda da toplam 35 gol atarak Avrupa kuluplerinin ilgisini çekmeye başlayan bu genç futbolcu 95 sezonunda Torino'ya transfer oldu. Torino'da beklediğini bulamayan Hakan Şükür baba evi Galatasaraya 5 maç sonra geri döndü.
Altın Ayakkabı
Döndüğü sezonu 17 golle bitiren Hakan Şükür, 96-97 sezonunda tam "38" gol atarak Metin Oktayın bir sezonda en çok gol atma rekoruna ortak oldu. Aynı sene altın ayakkabıyı alarak, dünyanın en iyi golcüsü seçildi ve böylece adıyla bağdaşlaşan "Kral" lakabını kazandı.
Kral gollerine ara vermedi ve 97-98 sezonunda 32 gol attı, yani 2 sezonda 70(yetmiş) gol. Bunlar o kadar astronomik rakamlar ki Kral'ın bu sezonlarda attıgı golleri atamayan takımlar vardı. 99 ve 00 senelerini de kendisi için düşük sayılabilecek 19 ve 14 golle kapattı.
Uefa Kupası ve Boğazın Boğası
Galatasaray 99-00 senesinde Şampiyonlar ligi gruplarında son maçını Milan ile Ali Samiyen Stad'ında oynuyordu. Galatasaraya Avrupa'da yoluna Uefa kupasında devam edebilmesi için mutlak galibiyet gerekiyordu. Ama son 10 dkye girilirken Milan'ın 2-1 lik üstünlüğü görülüyordu. İşte o anda Kral Arif'in soldan açtığı ortaya öyle bir kafa vurdu ki Abbiati dona kaldı ve Cimbom 2-2 yi buldu. Ama bu skorda yetmiyordu. 88. dkkada yine Hakan Şükür defansın arasına sızdı ve gelen ortaya vurmak isterken arkadan itilmesiyle Cimbom'a Uefa kapısını aralayan penaltıyı kazandırdı.
Uefa'da ilk rakip Bologna'ydı. O zamanların iyi oyuncularından Signori golünü atarak ilk maçta Bolognaya 1-0 lık üstünlüğü getirdi. Ama kral son sözünü söylememişti. Ümit'in ortasına Kral öyle bir kafa vurdu ki Ökkeş Polat'ın, sarı kırmızılı formayı ilk giydiği gün ona söylediği "sen gökteki yıldızlara kafa atacaksın" sözünü gerçekleştirdi. Oldugu yerden dik şıçrayarak uçan kafa olarak anlatılabir ancak bu kafa vuruşu. Hatta Bologna kalecisi Pagliuca "Hayatımda yediğim en güzel gol" diye özetledi bu golü. Böylece Cimbomun çok önemli deplasman golünü atmış oldu.
Sonra kral jeneriklik gollerini Dortmunt'a attığı vole ve Mallorcaya attığı aşırtma golüyle sürdürdü. Ama en iyisini Leeds'e saklamıştı. Türkiye kavgada ölen 2 leeds taraftarı yüzünden deplamanda Galatasaray düşmanca karşılanmıştı ilk maçta alınan 2-0 lık galibiyete rağmen sarı kırmızılı taraftarlar heyecanlıydı. Hagi'nin penaltı golü bile bu heyecanı dindirememişti çünkü Leeds bastırıyor ve uzun oyuncuları her hava topunda tehlike yaratıyordu. Galatasaray kapanmıştı ve bu anda bir Leeds kornerinden oluşan kontra atakta Hagi'nin müthiş pasıyla Kral buluştu ve "açının biraz dar olmasına" rağmen 2 Leeds oyuncusuna yerleri öptürüp çerçeveyi gördü ve golünü attı. "İmzasını" İngiltere'ye bıraktı. Ercan Taner ustamızın "İngiliz, Alman, İtalyan, İspanyol hiç farketmez, hiç farketmez" yorumu Kral'ın Uefa performansı en iyi özetliyen cümle olmuştur. Zira Kral hiç bir turu boş geçmemiştir ve o sene Uefa Kupasının gol "kral"ı olmuştur. Bu performanslarından sonra Kral'a Avrupa'da Boğazın Boğası lakabı takılmıştır.
Inter, Parma, Blackburn
Uefa zaferindeki katkıları Kral'a Avrupa yolunu açmıştır. Inter gibi prestijli bir klube transfer olan Kral 24 maçta 9 gol atmıştır. Sonra kısa bir süre Parma ve Blackburn formalarını giymiş, Parma ile 15 maçta 3 gol Blackburn ile 9 maçta 2 gol atmıştır.
Eve Dönüş
Kral Avrupa'da tekrar istediğini bulamayınca 03-04 yılında baba ocağına tekrar dönüş yapıp 12 gol attı. 06 ve 08 şampiyonluklarına artık ilerlemiş olan yaşıan rağmen büyük katkı yaptı. Büyük mücadele sonucu kazanılan 08 şampiyonluğunda K.Erciyesspor maçına sonradan girerek 1 90+2. dkde olmak üzere 2 gol atıp 2-1 galibiyeti getirmesi ne kadar büyük bir futbolcu olduğunun en büyük kanıtıdır. Kariyerinde 7 şampiyonluk, 5 türkiye kupası, 3 başbakanlık kupası, 1 cumhurbaşkanlığı kupası, 1 Uefa kupası görmesine rağmen 8. şampiyonlukta sahada küçük kızını kollarına alarak göz yaşlarına boğulmuştur. Bu Kral'ın asla bitmiyen futbol ve Galatasaray sevgisini ve kazanama hırsını gözler önüne sermiştir.
-----------------------
Türk futbol tarihinin ligde, avrupa kupalarında, ve A milli takımda en çok gol atan futbolcusu olmasına ve adının Türkiye ile yabancı ülkelerde insanlara Türkiye dediğinizde "Sukur" cevabını alacak kadar bağdaşlaşmasına rağmen Kral basından ve yorumculardan asla hakettiği övgüyü alamamıştır. Sürekli çok gol kaçırması sebebiyle eleştirilmiştir, Cimbom'un onun oynamadığı maçlarda kaçırcak gol pozisyonu olmamasına rağmen. Her zaman yeteneksiz ve sadece içgüdüleri ile oynayan bir futbolcu olarak hakkında yazılar yazılmıştır. Peki yeteneksiz bir futbolcu nasıl Türkiye liginde 241 gol atar. Milli takıma Ersun Yanal tarafından çağrılmaması belkide takımı 2006 Dünya kupasına katılmaktan etmiştir. Ama Galatasaray taraftarı Kral'ını her zaman bağrına basmış be onu eleştirenlere şu cevabı vermiştir "Kral Hakan Şükür , Seni Çekemeyen Bütün İ........ Suratına Tükür".
Belçika maçına dair
Taçsız Kral, Metin Oktay
Öncelikle söyleyeyim, Galatasaray'ın her başarısızlığında, futbolcuların her kötü ve ruhsuz oyununda Metin Oktay'ı anıp kemiklerini sızlatmam, adamcağızı mezarında rahatsız etmem. "Senin gibi Cimbom'luyu, unutur mu bu taraftar ?" derim, asla olmayacağını bilerek "Hepiniz Metin gibi oynayın, yenilmekten sakın korkmayın." derim, o kadar. Kendi deyimiyle, "onu ona bırakırım." Bu yazıyı yazma nedenimse, yarın Taçsız Kral'ın ölüm yıldönümü olması.
Sokağa çıkıp sorsak Metin Oktay'ı gençlere, futbolla ilgilenenlerinin yarısı bilir (en iyi ihtimal üzerinden konuşuyorum). Futbolun bu denli endüstriyelleştiği bir dönemde, taraftarın da endüstriyelleşmesinden daha normal ne olabilirdi ki zaten ? Başarıya odaklı sevgilerin olduğu bir yerde, Metin Oktay'ın adı hatırlanmasın daha iyi zaten. Kimdir Metin Oktay ? Uzun yıllar boyunca gol kralı olmuş, bir sezon içinde 38 gol gibi anormal bir sayıya ulaşmış, Fenerbahçe'ye attığı golüyle ağları delmiş bir adamdan ibaret midir ? Kuşkusuz hayır. Bunların hepsini yapmış başarılı bir futbolcudur elbet, ama bunun yanında beyefendidir, centilmendir, sportmendir. Kırmızı kart gördüğü tek maçta kendisine küfreden rakip takım taraftarlarını eğilip selamlayacak kadar hem de. Galatasaray Taraftarı'nın Mithatpaşa Stadı'nın 2 direği arasına sığmamasının nedenidir Metin Oktay. Amatör ruhun temsilcisidir. Ama herkes antremanı bıraktıktan sonra tek başına saatlerce şut çalışacak kadar da profesyoneldir. 2 katı para almasına rağmen rakip takımın teklifini, "Bizi sevenlere ihanet etmeyelim baba." diyerek reddedebilecek kadar, tuttuğu takım uğruna eşinden ayrılabilecek kadar takımına bağlı, sevgi dolu bir adamdır. Galatasaray'lılığıyla övünen, onu bir din veya bir mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inanca benzetebilecek kadar benimsemiştir.
Metin Oktay Galatasaray taraftarı için sembol olmuşsa, dahası tüm takım taraftarları tarafından sevilebilmişse büyük golcü olmasından çok işte bu kişisel özellikleri nedeniyle sevilmiştir. Bizim gibi adamdı işte, daha ötesi yok. Bizim gibi romantik taraftardı. Şimdiki "Param yatmamış maça çıkmıyorum.", "Maç başı çok az veriyorsunuz tekrar anlaşamayız." profesyonellerinden değildi. Kendisini futbol oynarken görememiş olduğum için her zaman çok üzülürüm, ama biraz düşününce seviniyorum. Metin Oktay şimdi oynasaydı, futbolun bu yeni düzeninde ne kadar tutunabilirdi ki ? Kirlenmeden ne kadar uzun süre kalabilirdi ki ? Onun için babalarımızdan, dedelerimizden duyduklarımızla yetineceğiz. Zaten o öyle büyük bir adammış ki, seneler önce futbol oynamayı bırakmış olmasına rağmen hatırası bugünlere kadar geliyor, biz yaşadıkça yarınlara da gidecek.
Dile kolay tam 17 sene olmuş, "Metin kafa, Metin şut, Metin gol gol gol"ün Metin'i aramızdan ayrılalı. Yaşasaydı 72 yaşında olacaktı ve biz değerini bilemeyecektik belki. Yarın yine Sami Yen gol oldukça inleyecek, "Oktay, Metin! Oktay, Metin!" diye. Ve biz her seferinde, bir kez daha hatırlayacağız seni, sağ elimiz kalbimizin üstünde.
"Taçsız kral, Metin Oktay
Tek aşkıydı Galatasaray
Senin gibi, Cimbomlu'yu
Unutur mu bu taraftar?"
10 Eylül 2008 Çarşamba
Şaşmamak lazım
İki yıl önce yazdığım “İbrahim Kutluay Gerçeği” yazımı yayınlamak bugüne nasipmiş... Fenerbahçe’de genel menajerlik görevi üstlendiğim yıllarda İbrahim’le ilgili çok hoş anılar yaşadım. İstedim ki gerçekten yaşanan bu değerli anılar bende saklı kalmasın. İstedim ki onun nasıl bir sporcu olduğu ve gerçek bir Fenerbahçeli olduğu artık bilinsin... Çalışkan, başarılı, efendi, dürüst, yakışıklı, alçakgönüllü, lider, bırakın kendi takım taraftarını, rakip takım taraftarlarının bile sevdiği, milyonlarca minik basketbolcu adayının kendisine örnek aldığı, ay yıldızlı takımın dev adamı ve Fenerbahçe’nin yaşayan efsane basketbolcusu İbrahim Kutluay. Bir gün İbrahim odama geldi, kapıyı kilitledi ve “Hakan ağabey bir televizyon kanalından ve reklamlardan kulübe gelecek ödemelerde bir gecikme olacakmış bize yapılacak ödemeler bizler için çok önemli değil ama bu haftaki Galatasaray maçı öncesi Amerikalı oyunculara ödeme yapılmaması problem yaratabilir. Bu parayı ben sana versem ( 100.000 dolar) sende bu parayı resmi yoldan onlara ödesen, ayrıca bu olay da ikimizin arasında kalsa olur mu?” demesiyle boğazımda bir şeyler düğümlenmişti, yutkunamıyordum bile, aniden bütün benliğimi titreten bir ürperti ile sarsıldım, gözlerim dolu dolu olmuştu ki birden kendimi toparlayarak ayağa kalktım. O Fenerbahçesine 12 yaşında gelmiş, Fenerbahçe’nin gerçek Fenerbahçe’li sporcusuydu onunla gurur duydum, kucaklayarak yanaklarından öptüm ve bu işi en kısa yoldan halledeceğime dair ona söz verdim. Bende uğraşlarım başarısızlıkla sonuçlanınca yabancı oyuncuları odama çağırdım o zamanki antrenör Murat Özgül ve yardımcısı Devrim Kıvanç’la birlikte onlara takım arkadaşlarının ne düşündüklerini, ne yapmak istediklerini ve fedakarlıklarını anlattık. Onlar da gıkları bile çıkmadan kırk yıllık Fenerbahçe’li gibi maça çıkıp oynadılar. Maç sonunda da Galatasaray galibiyetini taraftarlarına armağan ettiler. O gün bugündür İbrahim’in Fenerbahçelilik ruhunu taşımayan sporculara örnek teşkil ettiğine inanırım. Hırvat takımıyla deplasmanda şampiyonlar ligi maçı oynuyorduk ki maçın tam 5. dakikasında İbo kaşının üstüne aldığı dirsek darbesiyle sırt üstü yere devrildi, bir anda İbonun çevresi kan gölüne dönüşmüştü . Doktor ve ben onu soyunma odasına götürdüğümüzde odanın zemini kandan kurban bayramı görüntülerini aratmıyordu, sadece İbrahim’in “Haydi doktor elini çabuk tut dik artık şurayı, haydi Hakan ağabey çabuk olun arkadaşlarımın bana ihtiyaçları var hemen sahaya dönmek zorundayım” feryatları odada yankılanırken ben onun bacaklarını sıkı sıkıya tutarken, o da eline geçirdiği havlu parçasını ağzına sokarak dişleri ile havluyu sıkıştırıp bir nebze olsun acıdan kurtulurken, benim o günkü tabirimle doktor onu canlı canlı dikti. İbo kafası sargılı tek gözünün yarısı kapanmış, şişmiş ve morarmış bir şekilde adına destanlar yazılmış büyük Türk kahramanı Ulubatlı Hasan edasıyla oyuna girerken bile formasındaki kan lekelerini bana gösterip “Hakan ağabey sarı formama kırmızı karıştı kızmazsın değil mi ?” Esprisini, maçın bitiş düdüğü ile birlikte attığı 43 sayısını, taşıdığı o kutsal formanın renk aşkı ve gururuyla arkadaşlarının omuzlarında soyunma odasına uğurlanışındaki mahcup ama gururlu başı dik binlerce Yugoslav taraftarın bile dakikalarca ayakta alkışladığı anını hiç ama hiç unutamam...Fenerbahçelilik ruhu bu olsa gerek diye düşünürüm, ama KARAR sizin!! İbrahim’in özellikleri, yetenekleri, yaptıklarını anlatmak için sayfalar yetmez ama birkaç küçük hatırlatmanın da yararlı olacağını düşünüyorum. Fenerbahçe’de yıldız oyuncu olduktan sonra bile hiçbir zaman şımarmadı, aksine alçak gönüllüğü ve yardım severliği hiç mi hiç bırakmadı. Takımın genç oyuncularına maddi manevi destek olur, cep telefonu olmayana cep telefonu hediye eder, Anadolu’dan basketbol oynamaya Fenerbahçe’ye gelmiş bir çok genç sporcuya gıda, giyecek ve eğitim konularında destek verir. Ezeli rakiplerle olan maçlar öncesi takım arkadaşları için moral yemekleri verir, onları motive etmek için kendi bütçesinden özel primler verir. Kazanılan maçlar sonrası ise kesinlikle takıma kutlama yemekleri düzenler. Ayrıca da takımın her zaman lideridir, takım içindeki birçok sorun menajere ve yönetime gitmeden İbo tarafından çözülür. Takım deplasmana giderken tüm oyuncular otobüsteki veya uçaktaki koltuğunun çevresinde toplanır. Çünkü şarkıları, bilgi yarışmaları, bilmece ve bulmacaları, ezeli rakiplere bestelediği tezahüratları, esprileriyle her seyahatte eğlence, renk ve moralle takıma neşe ve motivasyon sağlar. İbrahim hiçbir zaman konuşmadı, o karalandığı gibi kimseyi karalamadı, terbiyesizlikle ve beceriksizlikle suçlamadı. “Hedefleri büyük olan takımda oynamak istiyorum” demeciyle gizli isyan rüzgarları estirip taraftara küçük uyarılar da bulunmaya çalıştı, fakat o da aleyhine kullanıldı. İbo sadece Fenerbahçe’nin Fenerbahçe’ye yakışmayacağı bir takım kurduğunu, Fenerbahçe’nin hedefi olmadığını lig sonunda ki dokuzunculuğunu önceden taraftara yansıtmak istiyordu, haber veriyordu sanki, ama alıştığı sevgiyi, ilgiyi, dostluğu, desteği, yakınında da ona sahip çıkacak ve kucak açacak birilerini yanında bulamayınca da açık bırakılan pencereden üzgün ve sessizce kalbi ve kanadı kırık uçtu gitti gurbete yavru kanaryamız. Bazen düşünürüm keşke o yıllar futbolcu Baliç’e sunulan sevginin, ilginin ve değerin küçücük bir parçasından yoksun bırakılmasaydı diye!!! Onun suçu Fenerbahçe’nin öz be öz çocuğumu olmasıydı ? O şimdi yıllarca savaştığımız halkın kahramanı ilan edildi, Fenerbahçe forması giymiş Yunanlı taraftarların desteğinde AEK takımına Yunanistan’ın en büyük kupasını kazandırıyor, Yunanistan dış işleri bakanı Papandreu’nun elinden barış elçisi ödülünü alıyor. Abdi ipekçi dostluk ve barış ödülüne layık görülüyor. Ardından Yunanistan’ın en ünlü takımı Panathinaikos’a transfer oluyor. (İki gün önce de, Avrupa’nın en büyük kupasını İtalya’nın ünlü takımı Kinder potasına attığı 22 sayı ile Yunanistan’ın Panathinaikos takımına kazandırdı.) Ama o hala bana telefonda büyük keyif ve zevkle 15 bin kişilik salonda Yunanlı taraftarların coşkuyla salladıkları sarı lacivert bayraklardan ve giydikleri Fenerbahçe formasından, Galatasaray’la bir ölçüde şampiyonluğu belirleyecek lig maçında Saraçoğlu mabedinde takımının yanında olacağından bahsediyor. Bizim alt yapımızdan yetiştirdiğimiz değerimize başkaları daha fazla değer veriyor. Çünkü bizler kendi değerlerimize sahip çıkmıyoruz. İbrahim Kutluay gibi Fenerbahçe ruhu taşıyan ve onunla yaşayan değerler kolay yetişmiyor. 25 milyon taraftarı ve dünyanın en büyük kulüplerinden biri olan Fenerbahçemizin yöneticilerine son kez sesleniyorum “Özlüyorum onun Fenerbahçelilik ruhunu, Fenerbahçe sevgisini, her sayıdan sonra yumruklarını sıkıp tribünlerin önüne gelişini, sevincini, coşkusunu, zafer naralarını, taraflarla kucaklaşmasını, ama o yok artık...” Onun gibi Fenerbahçe ruhu taşıyan, renklerine aşık, kulübü için her türlü fedakarlığı yapan, Fenerbahçe’nin alt yapısından yetişmiş, Milli takımımızın gururu, Türk basketbolunun yıldızı, Avrupa sayı kralı oyuncumuzla aynı formayı kuşanmanın ve aynı renkler altında onun menajerliğini yapmış olmanın gururunu taşıyorum. Onunla ilgili yazacak daha çok şey var ama şimdilik gerçekler için birkaç küçük anının sizler için aydınlatıcı olduğuna inanıyorum... Ama yine de karar sizin!!!Her duyduğunuza inanmayın, gerçekler anıların içinde saklıdır.
Cern'le Konuştum, Haberler İyi !
9 Eylül 2008 Salı
Thomas Edward Yorke
i'm just killing time
it's not enough
everything all of the time