Öncelikle bir Manchester United sempatizanı olarak, kaybedilen finalin ardından bu yazıyı yazmanın çok zor olduğunu belirtmek isterim. Geçen sene aldığı kupayı bu sene de finale kadar çıkmışken alsaydı, Manchester United Şampiyonlar Ligi tarihinde kupayı üst üste iki kere kazanan ilk takım olacaktı. Maça gelecek olursak, bu sezonun en iyi oynayan, ve dünyanın en kaliteli iki liginde şampiyon olan iki takımın sezonun son ve en önemli kupasını almak için yaptığı maç bu kadar kalitesiz olmamalıydı. Kuşkusuz bu iki müthiş takımın sezon boyunca oynadığı maçları izleyen futbol severler, finalde daha güzel bir oyun bekliyordu.
Manchester açısından Fletcher'ın yokluğu önemliydi. Hargreaves'in sezonu kapatmasının ardından, Fletcher'ın Arsenal maçında gördüğü oldukça gereksiz kırmızı kart, kadroda Carrick'ten başka ön libero kalmamasına yol açtı. Fletcher'ın yokluğunda Alex Ferguson belki Scholes'u oynatarak açığı kapatabilirdi ama Scholes sene başından beri oynamadığı için ona güvenemedi heralde. Onun yerine asıl bölgesi olmamasına rağmen bu gibi büyük maçların adamı Ryan Giggs'e güvendi ve orta sahayı Giggs-Anderson-Carrick üçlüsüyle kurdu. Herhangi başka bir maçta sırıtmayacak bu orta saha üçlüsü, karşısında Busquets-Xavi-Iniesta olunca oldukça zayıf kaldı. Hele ki ikinci yarıda Anderson da kenara gelince orta saha tamamen Barcelona'nın kontrolüne geçti, ki bu da defans hattı zayıflayan Guardiola'nın en çok istediği şeydi. Halbuki Ferguson Ronaldo'yu sağ kanatta kullanmayı denese, karşısında Sylvinho'yla oynayacak olan Ronaldo'dan daha çok verim alabilirdi. Rooney de sol kanatta kitlenmek yerine yavaş Barcelona savunmasını daha çok zorlardı. Manchester'da maç boyunca iyi oyunuyla ön plana çıkan oyuncu yoktu. Maça çok iyi başlamalarına rağmen, onuncu dakikada yedikleri golün oyun planlarını bozduğunu söyleyebiliriz. Zira Barcelona öndeyken nasıl oynaması gerektiğini çok iyi bilen bir takım. Maç sonuna geldiğimizde United'da en büyük hayal kırıklığını yaratan oyuncular bana göre Giggs ve Rooney'di. Sonuç olarak 25 maçtır yenilmediği bu ligde Manchester United, en kritik maçını kaybetti.
Barcelona cephesinde maç başlamadan en endişe verici şey sağ bek Dani Alves ve sol bek Eric Abidal'in yokluğuydu. Guardiola mecburen Yaya Toure'yi ortaya çekti ve final oynayan ilk 11'in içindeki 7 altyapıdan yetişme oyuncudan biri olan Busquets'i de ön liberoda oynattı. Puyol'un sağ bekte gösterdiği müthiş performans, maçın kilit noktalarından biriydi. Henry maç boyunca pek de etkili olamadı. Keza Messi de attığı mükemmel golden başka kayda değer bir katkı sağlamadı takımına. Maçın en iyisi kuşkusuz Xavi'ydi. Aslında Iniesta'yı da onunla beraber söylemek lazım, çünkü artık ayrılmaz bir ikili oldular. Barcelona, geçirdiği mükemmel sezonun ardından ödülünü eksiksiz olarak aldı. Biri Kral Kupası, biri La Liga şampiyonluğu ve biri de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olmak üzere tam üç kupa. Guardiola için kariyerine mükemmel bir başlangıç, daha iyisi gerçekten olamazdı. İlk senesinde bu kadar başarılı olan bir teknik direktör için kariyerinin devamı biraz zorlayıcı olacaktır. Çıtayı o kadar yükseğe koydu ki, düşürmeden devam ederse gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörlerden biri olacak. Manchester'ın 5te 5 yapma ihtimali konuşulurken, Barcelona 3te 3 yaparak tarihi bir başarıya imza attı. İki takım arasındaki en büyük fark, Barcelona'nın kupayı daha çok istemesiydi.
Sonuç olarak Barcelona final maçında sezon boyunca oynadığı oyunu oynayamasa da, bu zamana kadar yaptıklarıyla bu kupayı sonuna kadar hak etti ve bu sezonun en iyi takımı olduğunu kanıtladı. O atmosferi ve stadı gördükçe, Türkiye'de bir Şampiyonlar Ligi daha oynanmasını ne kadar çok istediğimi farkettim. Umarım bir kere daha bu organizasyona ev sahipliği yapabiliriz. Bakalım bu kupa Barcelona için bir son mu, yoksa futbol tarihinin en efsane takımlarından biri olma yolunda atılan ilk adım mı? Hep beraber göreceğiz.





Önce derbide aldığı beraberlik ve futbolcularının ruh hali, ardından da Ankaraspor beraberliğiyle Galatasaray lige havlu atmıştı. Bu sene tatile erken çıkan futbolcular, bu akşam da son perdeyi oynadılar. Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi. Futbolla alakası olmayan biri bile Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'ını takip ettiği takdirde bu takıma olacakları tahmin edebilirdi.
Galipten başlayalım. Hacettepe'yi ve Ergün Penbe'yi tebrik etmek lazım. Küme düşmeyi garantilemiş olsalar bile bu mücadeleyi göstermeleri saygıyı hak ediyor. Oyuncular biraz da vitrin motivasyonuyla bu maçta ellerinden geleni yaptılar. Açıkçası kapasiteleri de belli, küme düşmeyi her şeye rağmen hak ediyorlar. Bir Galatasaray taraftarı olarak Ergün Penbe'nin duruşuna bayıldım. En azından eski takımına gol atınca yumruk şov(!) yapmadı.
Galatasaray açısından ise bu maçı en iyi özetleyen şey; küme düşmeyi garantileyen Hacettepe'nin, Galatasaray'dan daha istekli olmasıydı. Galatasaray'lı futbolcular sezonun son perdesini oynarken, aynı zamanda rezaletin de son perdesini oynadılar. Sahada hayatımda gördüğüm en hırssız, en isteksiz takımlardan biri vardı. Özellikle Harry Kewell, Yaser, Hakan Balta gibi oyuncuların bitik halleri gerçekten beni şaşırttı. Beni şaşırtan bir başka şey ise takımın en iyi iki futbolcusunun Lincoln ve Semih Kaya olmasıydı. Lincoln istediğinde ne kadar iyi oynayabileceğini, Semih de gelecekte gerçekten iyi bir stoper olacağını gösterdi. Takımın geri kalanı ise tatile çıktıklarını... Bülent Korkmaz'ın anlamsız değişiklikleri de duruma tuz biber ekti. İnsan düşmanına Bülent Korkmaz'ın Hasan Şaş'a yaptığını yapmaz. Sakatlıktan yeni çıkmış ve kendine iyi bakmamış bir oyuncuyu her kötü giden maçta kurtarıcı olarak oyuna sürerek taraftarın önüne atmak, kuşkusuz Bülent Korkmaz'ın kötü niyetle yaptığı bir şey değil. Ancak Bülent Korkmaz bu şişkin egosuyla, kafasındaki bu yerli-yabancı ayrımıyla, bu inatçı karakteriyle, bu sınırlı futbol bilgisiyle Galatasaray'ın teknik direktörü olamayacağını çok defa kanıtladı. Geçen sene sıradışı ve çok mutluluk verici bir şampiyonluk yaşadık. Ancak kabul etmek gerekir ki en nihayetinde bu şampiyonluğun bedeli, bize ağır oldu. Futbol takımını teknik direktörsüz yönetebileceğini sanan Adnan'lar bir yandan Galatasaray tarihinin en iyi kadrosunu kurarken, bu kadronun başına hak ettiği kalitede bir teknik direktör getirmeye gerek görmediler. Ne Skibbe, ne de Bülent Korkmaz bu halleriyle bu takımın teknik direktörleri değil. Eğer bu sezonun bize en küçük bir faydası varsa, o da bir futbol takımının iyi bir teknik direktör olmadan başarılı olmasının imkansız olduğu gerçeğini yöneticilerimize öğretmesidir.
Seneye Adnan Sezgin'siz, işine karışılmayacak uluslararası kalitede bir hocayla ve bir-iki takviyeyle bu takımın neler yapabileceğini görürüz umarım. Florya'nın tek sorumlusu olması için iki tane de ütopik adayım var: Felix Magath ve Fatih Terim.