28 Mayıs 2009 Perşembe

Bu Senenin Modası, Barcelona

 kupa

Öncelikle bir Manchester United sempatizanı olarak, kaybedilen finalin ardından bu yazıyı yazmanın çok zor olduğunu belirtmek isterim. Geçen sene aldığı kupayı bu sene de finale kadar çıkmışken alsaydı, Manchester United Şampiyonlar Ligi tarihinde kupayı üst üste iki kere kazanan ilk takım olacaktı. Maça gelecek olursak, bu sezonun en iyi oynayan, ve dünyanın en kaliteli iki liginde şampiyon olan iki takımın sezonun son ve en önemli kupasını almak için yaptığı maç bu kadar kalitesiz olmamalıydı. Kuşkusuz bu iki müthiş takımın sezon boyunca oynadığı maçları izleyen futbol severler, finalde daha güzel bir oyun bekliyordu.

guardiola

Manchester açısından Fletcher'ın yokluğu önemliydi. Hargreaves'in sezonu kapatmasının ardından, Fletcher'ın Arsenal maçında gördüğü oldukça gereksiz kırmızı kart, kadroda Carrick'ten başka ön libero kalmamasına yol açtı. Fletcher'ın yokluğunda Alex Ferguson belki Scholes'u oynatarak açığı kapatabilirdi ama Scholes sene başından beri oynamadığı için ona güvenemedi heralde. Onun yerine asıl bölgesi olmamasına rağmen bu gibi büyük maçların adamı Ryan Giggs'e güvendi ve orta sahayı Giggs-Anderson-Carrick üçlüsüyle kurdu. Herhangi başka bir maçta sırıtmayacak bu orta saha üçlüsü, karşısında Busquets-Xavi-Iniesta olunca oldukça zayıf kaldı. Hele ki ikinci yarıda Anderson da kenara gelince orta saha tamamen Barcelona'nın kontrolüne geçti, ki bu da defans hattı zayıflayan Guardiola'nın en çok istediği şeydi. Halbuki Ferguson Ronaldo'yu sağ kanatta kullanmayı denese, karşısında Sylvinho'yla oynayacak olan Ronaldo'dan daha çok verim alabilirdi. Rooney de sol kanatta kitlenmek yerine yavaş Barcelona savunmasını daha çok zorlardı. Manchester'da maç boyunca iyi oyunuyla ön plana çıkan oyuncu yoktu. Maça çok iyi başlamalarına rağmen, onuncu dakikada yedikleri golün oyun planlarını bozduğunu söyleyebiliriz. Zira Barcelona öndeyken nasıl oynaması gerektiğini çok iyi bilen bir takım. Maç sonuna geldiğimizde United'da en büyük hayal kırıklığını yaratan oyuncular bana göre Giggs ve Rooney'di. Sonuç olarak 25 maçtır yenilmediği bu ligde Manchester United, en kritik maçını kaybetti.

giggs

Barcelona cephesinde maç başlamadan en endişe verici şey sağ bek Dani Alves ve sol bek Eric Abidal'in yokluğuydu. Guardiola mecburen Yaya Toure'yi ortaya çekti ve final oynayan ilk 11'in içindeki 7 altyapıdan yetişme oyuncudan biri olan Busquets'i de ön liberoda oynattı. Puyol'un sağ bekte gösterdiği müthiş performans, maçın kilit noktalarından biriydi. Henry maç boyunca pek de etkili olamadı. Keza Messi de attığı mükemmel golden başka kayda değer bir katkı sağlamadı takımına. Maçın en iyisi kuşkusuz Xavi'ydi. Aslında Iniesta'yı da onunla beraber söylemek lazım, çünkü artık ayrılmaz bir ikili oldular. Barcelona, geçirdiği mükemmel sezonun ardından ödülünü eksiksiz olarak aldı. Biri Kral Kupası, biri La Liga şampiyonluğu ve biri de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olmak üzere tam üç kupa. Guardiola için kariyerine mükemmel bir başlangıç, daha iyisi gerçekten olamazdı. İlk senesinde bu kadar başarılı olan bir teknik direktör için kariyerinin devamı biraz zorlayıcı olacaktır. Çıtayı o kadar yükseğe koydu ki, düşürmeden devam ederse gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörlerden biri olacak. Manchester'ın 5te 5 yapma ihtimali konuşulurken, Barcelona 3te 3 yaparak tarihi bir başarıya imza attı. İki takım arasındaki en büyük fark, Barcelona'nın kupayı daha çok istemesiydi.

xavi

Sonuç olarak Barcelona final maçında sezon boyunca oynadığı oyunu oynayamasa da, bu zamana kadar yaptıklarıyla bu kupayı sonuna kadar hak etti ve bu sezonun en iyi takımı olduğunu kanıtladı. O atmosferi ve stadı gördükçe, Türkiye'de bir Şampiyonlar Ligi daha oynanmasını ne kadar çok istediğimi farkettim. Umarım bir kere daha bu organizasyona ev sahipliği yapabiliriz. Bakalım bu kupa Barcelona için bir son mu, yoksa futbol tarihinin en efsane takımlarından biri olma yolunda atılan ilk adım mı? Hep beraber göreceğiz.

manchester-barcelona

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bil Bakalım Kim?



Harry, Harry Kewell...

Futbol mu, sadece kazanmak mı?

Asıl sorulması gereken bu.Günümüz futboluyla ilgili, herkesin teknik taktik anlayışları arasındaki farklar sahaya ne kadar yansıyor, takımlar istedikleri futbolu sahaya ne kadar koyabiliyor tartışılabilir. İyi futbol oynayan takımların neredeyse hepsinin başarısız olduğunu görmek, beni gerçekten üzüyor. Kocaelispor ligde iyi oynayan takımlardan, ligden düştüler. İ.belediyespor keza öyle, düşmedi ama dibe kadar indi.. Galatasaray iyi oynuyordu, ama hocasını gönderdi.

Bugün ligin aynası olan bir maç izledim. Futbol oynayan ve futboldan soğutan iki takım karşı karşıyaydı. Galatasaray futbol adına her şeyi yaptı; kanatları kullandı,orta sahada tamamen üstündü, ileride pozisyonlara girdi. Savunmada tamamen şanssızlık olan iki gol yedi ve maçı kaybetti. Beşiktaş futbol oynamamak için direndi nerdeyse, tamamen kendi yarı sahasına kapanıp rakibe pozisyon vermeden maçı kazanmaya çalıştılar ve bunu da beceremediler. Galatasaray'ın topla oynama yüzdesinin %64lere kadar çıktığını gördüm. Arda maçın yıldızıydı. Baros 3-4 haftadır isteksiz, nedeninin şampiyonluktan kopmak olduğunu düşünüyorum. Sabri yine hayatının maçlarından birini oynadı. Emre aşık her ne kadar 2. golde bariz hata yapsa da maçın genelinde çok iyiydi. Keza Mehmet Topal..

Kısaca Galatasaray takım olarak çok iyi oynadı, futbol adına ne gerekiyorsa sahaya yansıttı, yine kaybetti. Ligin tepesindeki üç takımdan ikisi, ilk ikisi, iyi futbol oynamadan, bazen şans faktörü; bazen kişisel becerilerle burada.. Bunun geçici bir şey olduğunu düşünsem, belki önemsemezdim. Ama Avrupa futbolu'nun giderek "futbolsuzluğa" doğru kayması beni endişelendiriyor. Büyük takımlarla küçük takımlar arasında fark azalıyor, bu iyi bir şey diye geyik dönüyor hep... Küçük takımlar futbol olarak büyük takımlara yaklaşmıyor maalesef, sadece 4-6-0 taktiğiyle top rakipteyken kendi yarı sahasına kapanıp topu kaptığında ani goller bulmak, ya da duran top golleriyle maç kazanmak iyi bir şey değil. Yeriniz Yunanistan'ın yaptığı gibi Avrupa şampiyonluğu bile olsa, kimse sizden gururla, sevinerek bahsedemez. Gerçekten futbol isteyen hiçbir Beşiktaşlının bugün mutlu olduğunu sanmıyorum.

Beşiktaş'ı "başarı"sından dolayı kutluyorum. Fakat temennim herkesin bu yanlıştan dönüp futbol oynamaya çalışması, bu her ne kadar endüstriyel futbol için imkansız görünse de...

Selametle
TzTa

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Spoiler Alert!

2008/2009 futbol sezonunda dünyanın en önemli üç ligi erken bitti. İngiltere Premiere League'de Manchester United sezonun büyük bölümünde önde götürdüğü ligi bana kalırsa geçen hafta bitirdi. Geriye kalan 2 maçından bir puan alırsa, Liverpool son iki maçını kazansa bile şampiyon oluyor. İtalya Serie A'da da durum bundan farklı değil. Sezonun başından sonuna kadar ligi lider götüren Inter'in şampiyon olamaması, mucizelere bağlı. Öte yandan La Liga'da Barcelona 2 hafta önce Real Madrid'e sahasında 6 tane atarak ligi bitirmişti. Bu hafta da işi resmiyete dökecek.

Son haftaların heyecanı her zaman başkadır. En büyük üç lig bu sefer erken bitti. Ama Bundesliga, Fransa Ligue 1, Turkcell Süper Lig gibi liglerde şampiyonluk yarışı devam ediyor. En azından bir lig son haftaya kalsın da heyecanını yaşayalım. Şampiyonlar Ligi finali yetmez bize.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

İsteyen ve Hak Eden Kazandı


Bu akşam kupa finalinde karşı karşıya gelen iki takım bundan bir buçuk hafta önce ligde Beşiktaş'ın sahasında maç yaparken, maça daha istekli başlayan ve maç boyunca rakibinden daha iyi oynayarak maçı önde tamamlayan takım Fenerbahçe'ydi. Hiç ihtiyacı olmadığı halde, şampiyonluk için kazanmak zorunda olan rakibini deplasmandaki bir lig maçında yenebilecek kadar iyi futbol oynayan Fenerbahçe, bugün kendisi kazanmak zorunda olmasına rağmen inanılmayacak derecede silik bir futbol oynayarak kaybetti. Ligdeki her iki maçı da kazanmaları, bu noktada onlar için bir dezavantaja dönüşmüştü. Luis Aragones de maçtan önce bunu tahmin etmiş olacak ki, "bir takımı aynı sezonda üç kere yenmek kolay değildir." açıklamasını yaptı, ve haklı çıktı. Bundan önce yenildiği iki maçı da çok iyi analiz eden, ve bu sefer rakibini küçümsemeden sahaya çıkarak 90 dakikayı tamamlayan Beşiktaş, kupayı da kazandı.

Mağlup takım olduğun zaman, fatura normal olarak ilk önce teknik direktöre kesilir. Ama bu sefer durum biraz farklı. Fenerbahçe bu kupayı alarak bu rezil sezonu telafi edebilecek, dahası 26 senedir alınamayan kupayı alarak tarihe geçebilecekken eli boş dönüyorsa, Aragones'in bunun için özel bir çabası olması gerekir. Sezon boyunca takımdaki herkesle tartışıp, futbolcuların hiçbiri tarafından sevilmeyerek Şampiyonlar Ligi çeyrek finalisti olarak aldığı takımı bu günlere getiren, her maçta kulübede "Nereden geldim ben buraya?" bakışlarıyla oturan Aragones, bugün seneye Fenerbahçe'nin başında olmayacağını garantiledi. Aslında kadro tercihinde bana kalırsa çok fazla sorun yoktu. Gökhan Gönül'ü tekrar stoperde oynatarak bundan önceki maçlarda aldığı verimi alacağını düşündü ama bu risk ona eksi olarak döndü. Alex'i kesmek istemediği için de Semih'i oynatmadı. Alex'i oynatmayıp bu maçı kaybetseydi o zaman yine eleştiriliyor olacaktı çünkü bildiğimiz gibi Alex bu maç için uzun zamandır hazırlanıyor. Kalede Volkan Babacan'ı oynatması da maça 1-0 yenik başlamasına neden oldu. Bunun dışında Fenerbahçe'de iyi diyebileceğimiz futbolcular Deivid ve Güiza'ydı. Deivid son maçlardaki durgunluğunu atmış hem mücadele hem de hücum anlamında takıma katkı sağlarken, Güiza'da birkaç haftadır attığı gollerden sonra baskı altında olmayınca daha iyi oynayabileceğini kanıtladı. Zaten gol de bu ikiliden geldi. Deivid'in pası usta işi, Güiza'nın koşusu 'olması gerektiği gibi', okçu hareketi ise çok karizmatikti.

Kazanan takım Beşiktaş'a gelirsek; takım olarak çok iyi oynadılar. Son haftalarda giderek formu düşen Ernst bile bu maç daha iyiydi. Cisse takımının defansına çok şey kattı. Gökhan Zan gol pozisyonu dışında hatasız oynadı. Mustafa Denizli'nin maça İbrahim Toraman'ı sağ bek oynatıp Erkan'ı sola çekmesi tartışılabilirdi, ancak kazandıysan haklısın. Sezon genelinde oynadığı futbolu bugün çok iyi sahaya yansıttı Beşiktaş. Rakip hücumdayken alan daraltarak, kaptığı toplarla hızlı çıkarak gol buldu. Arapasları ve yan topları da iyi çalıştırdı. Her şeyden önemlisi takım olarak kupayı almaya olan inanç ve istekleriydi. En iyi oynayan iki futbolcuları ise Holosko ve Bobo'ydu, ikisi arasında tercih yapamadım. Tello'ysa maçın gizli kahramanıydı diyebilirim. Yusuf'u ayrıca konuşmak gerekir sene sonunda. Geldiğinde ben dair çoğu kişi, "Ölmüş adam koskoca Beşiktaş'a transfer edilir mi? Bu yaştaki adama para verilir mi?" demiştir eminim. Ancak Yusuf hepimizi yanıltmaya devam ediyor, ve belki de kariyerinde hiç olmadığı kadar koşarak ve istekli oynuyor. Vallahi helal olsun.

Fenerbahçeliler'e bir sene daha beklemelerini, Beşiktaşlılar'a ise tebriklerimizi iletmekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Son zamanlarda gördüğüm atmosferi en güzel ama gergin olmayan derbiydi. Sahadaki futbol da öyle. Hakem için de bir parantez açmak lazım; penaltı pozisyonu dışında hatasız yönetti ve maçın temposunu düşürmedi, onu da kutluyorum. Ve yazımı bitirirken bu senenin Beşiktaş'ın senesi olduğunu söylemek istiyorum. Şampiyonluk sizin, kupa sizin!

Not: Maçı sanal reklamlarıyla kanser eden Show TV yerine Lig TV'den izledim. Zaten spikeri Melih Şendil ve yorumcusu Fatih Terim'le çok daha kaliteliydi. Bir dahaki sefere tercih yapma şansınız varsa Lig TV'yi tercih etmenizi öneririm.

10 Yıl Sonra

arifkaç

"44. dakikaydı. Ümit Davala'nın pasıyla topla buluştum, Bir an önce golü yapmak istiyordum. Ofsayt mı değil mi tereddütü yaşadım. Bir anda sol ayağıma alıp tek vuruş yapmak istedim. Açıkcası sol ayağımın iyi olmadığını orada öğrendim. Pozisyonun hemen ardından devre bitti. Soyunma odasına giderken bir gölgenin bana yaklaştığını gördüm. Bir baktım hoca yanımda. Bana "Senin sol ayağın var mı ki vuruyorsun?" dedi. Ben de "Hocam ben atmak istemez miyim?" dedim. Hepimiz çok heyecanlıydık, hocaya gözükmemek için soyunma odasında pek durmadım."

Bahsi geçen pozisyon hepimizin hatırlayacağı gibi 17 Mayıs 1999'daki UEFA Kupası finalindeydi. Gerçi Arif Erdem müthiş anlatmış ama, kaçan o golü tekrar izleyip gülümsemek isteyen, "Hakan'a verse kesin goldü." demek isteyen varsa:

http://www.youtube.com/watch?v=X0486VD7eAM

Teknik Direktör Piyasası

3lü

2008/2009 futbol sezonunun sonuna gelinirken, tıpkı futbolcu piyasası gibi teknik direktör piyasası da hareketlendi. Hatta bu sene önceki senelere göre biraz daha fazla hareketlendi. Türkiye'ye bakacak olursak; 3 büyük takımın teknik direktörü de sezon sonunda gidecek gibi gözüküyor. İçlerinden kapıya en yakın olanı kuşkusuz Bülent Korkmaz. Geldikten sonra hayal kırıklığı yaratması, takımı yönetecek olgunluğa daha erişememiş olduğunun açıkça gözükmesi, ve futbolcularla iyi anlaşamaması onun seneye Galatasaray'da olmayacağını garantiliyor. Yerine birçok isim yazılmakla beraber, en çok adı anılan tabii ki Bernd Schuster. Getafe'de kurduğu olağanüstü sistem ve 4-2-3-1 taktiğiyle yakaladığı başarı sonrasında Real Madrid'i ilk gittiği sene Barcelona'nın önünde şampiyon yapıp orada da başarılı olmuştu. Talihsizliği, bu seneki Barcelona'nın ezeli rakibinin teknik direktörü olmasıydı bence. Değil Schuster, Hiddink bile karşı koyamadı Barcelona'ya. Bu şartlarda Galatasaray'ın transfer edebileceği en iyi hocalardan biri olur. Hem kariyeriyle Florya'nın futbolcuya dayalı sistemini değiştirerek tekrar teknik direktöre bağlar, hem de Alman-İspanyol futbolunu kombine ederek hem dayanıklı hem de göze hoş gelen bir futbol oynattırır Galatasaray'a. Öncesinde yapılacak kadro reformu da işini oldukça kolaylaştıracaktır.

 
Gideceği şimdiden belli olan bir başkası ise bence Aragones. Geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayan Fenerbahçe'yi alıp getirdiği noktaya bakınca şaşırmamak elde değil. Bunun "bir sistem oturtmaya çalışıyoruz"la bir alakası yok. İlk senesinde başarısız olup sonra çok iyi işler ortaya koyan takımlar gördük, ama Aragones'in Fenerbahçe'sinde en küçük bir umut ışığı bile yok. Ne takımın oynadığı futbol belli, ne Aragones'in yapmak istedikleri. Hemen her futbolcuyla kavgalı, futbolcular birbiriyle kavgalı... Durum bu olunca sahaya çıkan takım da oynamıyor. Fenerbahçe'nin bu sene kötü oynamasından daha önemli olan şey, mücadele etmemesi. Takım olarak kazanma isteklerini, birbirlerine ve hocalarına olan sevgilerini/saygılarını kaybettiklerini televizyondan bile görebiliyoruz. Bunun da en büyük sorumlusu Aragones, ve onu o koltuğa oturtan Fenerbahçe yönetimidir tabii ki. Bütün bunlara rağmen Aragones'in bu akşam oynanacak kupa finalini kazanıp Fenerbahçe'nin kupa özlemine son vermesi halinde takımda kalacağını söyleyenler var, ancak ben aynı görüşü paylaşmıyorum. Teknik direktör gönderme konusunda gereğinden fazla cüretkar olan Aziz Yıldırım'ın başkanlığa devam edecek olması da görüşümü destekliyor. Yerine kim gelir bilmiyorum ama Fenerbahçe'nin tek sorununun teknik direktör olmadığı açık. Yeni sezonda başarı istiyorlarsa birçok şeyi değiştirmeleri lazım.
aragones_3 

Geldikten sonra başarılı bir sezon geçirmesine rağmen, benim anladığım kadarıyla Mustafa Denizli de lig bitiminde Beşiktaş'tan ayrılacak. Eğer 2 kupayı birden alıp sezon sonunda ayrılırsa, gerçekten de eşi benzerine rastlanması güç bir şey olur. Denizli'nin Beşiktaş'tan ayrılmasını gerektirecek hiçbir şey göremiyorum. Ancak kendi açıklamalarının çoğu seneye Beşiktaş'ta olmayacağını gösteriyor. Belki yönetimle sorun yaşamıştır, belki daha iyi bir kulüpten teklif almıştır, belki artık çalışmak istemiyordur. Hepsi birer ihtimal, ama Denizli'nin gidişinin Beşiktaş'a zarar vereceği kesin. Trabzonspor da Ersun Yanal'ın gidişinden sonra bu kadroya yakışan bir teknik direktör getirmek zorunda. Şenol Güneş'in geri döneceği konuşuluyor. Olursa hem Trabzonspor için hem de Türkiye Ligi için güzel bir gelişme olur. Zira artık kimsenin bu seneki gibi kalitesiz bir lige tahammülü kalmadı. Tüm takımlar en iyileriyle gelsin, içlerinden en iyisi de şampiyon olsun.
_enol_g_ne_ 

Bizde durum böyleyken, Avrupa'da da Türkiye'dekinden farklı bir tablo yok. Teknik direktör değiştirme konusunda bize en çok benzeyen İtalya'dan başlayalım. Bu sene Serie A'da İnter dışında umduğunu bulan yok heralde. İnter Mourinho'yla devam eder, Milan'da Ancelotti ilginç bir şekilde sözleşmesini uzattı. Roma'da Spalletti dönemi bitti, Juventus'ta da Ranieri topun ağzında. İspanya'da Barcelona'nın teknik direktör değiştirmesi imkansız, sezon ortasında Aguirre'yi kovup Abel Resino'yu getiren Atletico Madrid'in de. Real Madrid dışında teknik direktör değişikliği beklemiyorum ben. Juande Ramos geldikten sonra nispeten başarılı bir performans sergilemiş olsa da, Real Madrid'in aradığı adam değil. Arsene Wenger olabilir diyorlar... İngiltere gibi teknik direktör istikrarı ile tanınan bir ülkenin istikrarsız takımı Chelsea, yine teknik direktör değiştirecek. Hiddink gelirken sezon sonunda gideceğini söylemişti zaten. Wenger'in Arsenal'den ayrılma olasılığı dışında başka bir değişiklik yok. Almanya'da Bayern ve Wolfsburg teknik direktör arıyor, Schalke Wolfsburg'u bu sene belki de şampiyon yapacak olan Felix Magath'la anlaştı. Fransa'da Marsilya'yla büyük başarı yakalayan Gerets sezon sonu gidiyor. Artık Gerets'in yaramaz bir adam olduğundan kuşkulanmaya başladım. Galatasaray'dan ayrıldığında da çok başarısız değildi. Yerine gelen isim Fransızlar'ın efsanesi: Didier Deschamps. Le Guen'le ilgili Fenerbahçe'ye geleceği söyleniyor, fakat PSG'de gayet başarılı. AZ Alkmaar'ı şampiyon yapan Louis van Gaal'i herkes istiyor, ama bakalım ona Alkmaar'ın yaptığı gibi 3 sene boyunca, takım 11. olsa bile güvenebilecek olan var mı? Ajax'ta başarısız olan Marco van Basten de boşta kaldı, talibi olacaktır.

Uzun süre sonra ilk kez bu kadar fazla teknik direktör değişikliğinin gündemde olduğu bir sezon görüyorum. Tabii Türkiye için gayet normal bir şey. Nasıl olsa her teknik direktörümüz en fazla bir sene takımının başında kalabiliyor.

10 Mayıs 2009 Pazar

Sivas TürBülent'e(!) Girdi

Öncelikle Bülent Uygun'u tebrik ediyorum, ve seneye "Nasıl antipatik olunur?" adlı bir konferans dizisi vermesini öneriyorum. Sivasspor gibi herkesin desteklediği ve kendi takımı olamazsa şampiyon olmasını istediği bir takımı çok kısa sürede ligin en sevimsiz takımı haline getirdi, vallahi büyük başarı. Sivasspor'un bu seviyeye gelmesinde ve iki senedir şampiyonluğuna oynamasında en büyük başarı Bülent Uygun'undur, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak geçen sene son haftalarda gelen hüsrandan sonra ben biraz daha akıllanmasını beklerdim. Hala saha kenarında aynı iticilikteki hareketlerine, hem kendi futbolcusunun hem de bütün futbol kamuoyunun kafasını karıştıran anlamsız açıklamalarına devam etti, şimdi de sonucuna katlanıyor/katlanacak. Ben Sivasspor'a karşı oynayan bir futbolcu olsam, bu saçmalıkları gördükçe daha büyük hırs yaparım Sivas'ı yenmek için.

Bu arada Bülent Uygun, fantastik sistemi TürBülent'ten tekrar bahsettiğinden beri 2 maçta 2 yenilgi aldı. Geçen hafta yenilginin nedeni olarak sıcak havayı göstermişti, bu hafta rakibimiz yarım pozisyon(!) bulup 2 gol attı dedi. Halbuki ben TürBülent'in bir süre servis dışı kalmış olabileceğini geçen hafta tahmin etmiştim. Acilen tamir etsinler, yoksa Sivasspor Şampiyonlar Ligi'ne de gidemeyecek. Yazımı sonlandırırken büyük Türk futbol düşünürü Bülent Uygun'dan bir alıntı yapmak istiyorum, hem de imla hatalarını bile düzeltmeden:

"Adalet adalet diye bağıran adaletsizlerin yanında durmaktansa, adaletsizce ölmeyi tercih ederim. Gerçek adaletinde kendi vicdanları olduğunu bilmeyenlerede güler geçerim..!"

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Arda Turan Ne Yapsın?

Ali Sami Yen'deki Fenerbahçe derbisinde Semih'le kavga edip önce kırmızı kart, sonra da 3 maç ceza alan Arda Turan, bu sıralar gündemden düşmüyor bildiğiniz gibi. Önce Kıbrıs'a tatile gitmesi, sonra İstanbul Büyükşehir Belediye maçından sonra soyunma odasının kapısındaki görevliyle tartışması, en son olarak da Fransa gezisi ve dönüşü medyaya "Olay! Olay! Olay!" diye yansıdı. Giydiği t-shirt bile eleştiri konusu oldu. Sevgilisiyle öpüştüğü resimlerin internete sızması da cabası...

Olaylarda Arda'nın tabii ki suçu var. En basitinden, Semih'le kavga etmemesi ve cezalı olduğu maçta daha dikkatli davranması gerekiyordu. Öte yandan, medyanın sistemli bir şekilde Arda'nın üstüne geldiği de çok açık. Örnek olarak Arda'nın Fransa'dan dönerken arkadaşlarından birinin çıkardığı kavgayı ayırmaya çalışmasına rağmen birçok internet sitesinde "Yine Arda, yine olay!" şeklinde suçlanmasını verebiliriz. Türk medyasının klasik, "Sivrilen olursa aşağıya çekeriz." tavrı bir kez daha kendisini gösterdi. Arda şu an bu ülkede oynayan en yetenekli futbolculardan biri. Futbolunu ve karakterini ne kadar geliştirirse, bunun hepimize faydası olur. Halbuki biz ona destek olmaktansa suçlamayı daha uygun buluyoruz.

Artık ben Türk medyasının Türkiye'de yetenekli futbolcu istemediğini düşüyorum. Arda'ya tavsiyem daha sakin, sadece oynadığı futbolla konuşulacağı bir ülkeye gitmesi, zira Arda artık Türkiye'ye fazla.

TürBülent Server Down

Sivasspor deplasmanda Gaziantep'e 2-1 yenilirken, aklıma ilk gelen şey Bülent Uygun'un hafta içi efsanevi TürBülent sistemiyle ilgili yaptığı açıklamalardı. Belki deplasmanlara götürmelerine izin verilmiyordur, belki de bir süreliğine servis dışı kalmıştır. Yoksa bu programın hata yapması mümkün değil. Çünkü futbol insan faktörünün devrede olmadığı, yüzde yüz teknolojiye ve makineye dayalı bir spordur.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Son Perde

Önce derbide aldığı beraberlik ve futbolcularının ruh hali, ardından da Ankaraspor beraberliğiyle Galatasaray lige havlu atmıştı. Bu sene tatile erken çıkan futbolcular, bu akşam da son perdeyi oynadılar. Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi. Futbolla alakası olmayan biri bile Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'ını takip ettiği takdirde bu takıma olacakları tahmin edebilirdi.

Galipten başlayalım. Hacettepe'yi ve Ergün Penbe'yi tebrik etmek lazım. Küme düşmeyi garantilemiş olsalar bile bu mücadeleyi göstermeleri saygıyı hak ediyor. Oyuncular biraz da vitrin motivasyonuyla bu maçta ellerinden geleni yaptılar. Açıkçası kapasiteleri de belli, küme düşmeyi her şeye rağmen hak ediyorlar. Bir Galatasaray taraftarı olarak Ergün Penbe'nin duruşuna bayıldım. En azından eski takımına gol atınca yumruk şov(!) yapmadı.

Galatasaray açısından ise bu maçı en iyi özetleyen şey; küme düşmeyi garantileyen Hacettepe'nin, Galatasaray'dan daha istekli olmasıydı. Galatasaray'lı futbolcular sezonun son perdesini oynarken, aynı zamanda rezaletin de son perdesini oynadılar. Sahada hayatımda gördüğüm en hırssız, en isteksiz takımlardan biri vardı. Özellikle Harry Kewell, Yaser, Hakan Balta gibi oyuncuların bitik halleri gerçekten beni şaşırttı. Beni şaşırtan bir başka şey ise takımın en iyi iki futbolcusunun Lincoln ve Semih Kaya olmasıydı. Lincoln istediğinde ne kadar iyi oynayabileceğini, Semih de gelecekte gerçekten iyi bir stoper olacağını gösterdi. Takımın geri kalanı ise tatile çıktıklarını... Bülent Korkmaz'ın anlamsız değişiklikleri de duruma tuz biber ekti. İnsan düşmanına Bülent Korkmaz'ın Hasan Şaş'a yaptığını yapmaz. Sakatlıktan yeni çıkmış ve kendine iyi bakmamış bir oyuncuyu her kötü giden maçta kurtarıcı olarak oyuna sürerek taraftarın önüne atmak, kuşkusuz Bülent Korkmaz'ın kötü niyetle yaptığı bir şey değil. Ancak Bülent Korkmaz bu şişkin egosuyla, kafasındaki bu yerli-yabancı ayrımıyla, bu inatçı karakteriyle, bu sınırlı futbol bilgisiyle Galatasaray'ın teknik direktörü olamayacağını çok defa kanıtladı. Geçen sene sıradışı ve çok mutluluk verici bir şampiyonluk yaşadık. Ancak kabul etmek gerekir ki en nihayetinde bu şampiyonluğun bedeli, bize ağır oldu. Futbol takımını teknik direktörsüz yönetebileceğini sanan Adnan'lar bir yandan Galatasaray tarihinin en iyi kadrosunu kurarken, bu kadronun başına hak ettiği kalitede bir teknik direktör getirmeye gerek görmediler. Ne Skibbe, ne de Bülent Korkmaz bu halleriyle bu takımın teknik direktörleri değil. Eğer bu sezonun bize en küçük bir faydası varsa, o da bir futbol takımının iyi bir teknik direktör olmadan başarılı olmasının imkansız olduğu gerçeğini yöneticilerimize öğretmesidir.

Seneye Adnan Sezgin'siz, işine karışılmayacak uluslararası kalitede bir hocayla ve bir-iki takviyeyle bu takımın neler yapabileceğini görürüz umarım. Florya'nın tek sorumlusu olması için iki tane de ütopik adayım var: Felix Magath ve Fatih Terim.

1 Mayıs 2009 Cuma

Yok Artık!

"Maç öncesi yaptığımız çalışmaların meyvelerini bazen ilk 15 dakikalarda topluyoruz. Devre arasında da TürBülent adını verdiğimiz bilgisayar programı bize ilk 45 dakika boyunca rakibin hata yapan bölgesini hızla çıkartıyor ve ikinci yarının başında da bu açıktan faydalanıyoruz..."

-Büyük Türk futbol düşünürü, Bülent Uygun

Sizi bilmem ama bu açıklamalar bana Turist Ömer Uzay Yolunda adlı filmi hatırlattı. İzleyenler bilir, Sadri Alışık'ın canlandırdığı Turist Ömer karakteri uzay gemisindeki her şeyi bilen "kompiter"e toto sonuçlarını soruyordu. Bülent Uygun'un sözlerini okuduğumda kafamda Sivasspor soyunma odası canlandı. Bülent Uygun bilgisayara yaklaşıp soruyor, "Kompiter, rakibimizi nasıl yenebiliriz?"