31 Aralık 2009 Perşembe

ilk yarının ardından

biraz değişik bir lig ilk yarısı oldu bu seneki. geçen sene de sivas iyi gidiyordu falan filan ama, bu sene iki anadolu takımı var liderliğe oynayabilecek puan durumuna sahip olan. ha bu iyi bir şey gibi duruyor ama, üç büyüklerin oyunlarının kötüleşmesi ile kendine biraz çeki düzen veren anadolu takımlarının üstlere çıkması yerine, üç büyükler kendini giderek geliştirirken anadolu takımlarının biraz daha fazla uğraşıp onlara yaklaşmasını tercih ederdim ben. türkiye futbolunun kalitesi giderek düşüyor çünkü. bu sene ligin tepesi de çok çetrefilli bir hal aldı dediğim gibi. normalde şu sıralarda 2 takım biraz ara açmış olur, bi takım da takipçi halinde gözükürdü ama şuan 5 takım arasındaki en büyük uçurum 5 puan. fenerbahçe kayıpsız başladığı ilk 8 haftadan sonra uzun süre kötü futbolla kötü sonuçlar alıp, sonunda liderliği kayseriye bıraktı. beşiktaş ise 12.liğe kadar düştükten sonra arka arkaya 8 galibiyetle 2.liğe kadar çıkmıştı zamanında. ama fenerbahçe-galatasaray yine ilk 2de bitirdiler ilk yarıyı. takımımın mentalitesine bakaraktan 2. yarıdan pek bi ümitli değilim ben bir beşiktaşlı olarak. geçen senekinden daha iyi durumda olmamıza rağmen zor gibi.. dediğim gibi türkiye futbolunun kalitesi de giderek düşüyor ne yazıkki. neyseki fenerbahçe ile galatasaray uefada grupları başarılı geçtiler. ama galatasaray belki de grup 3.sü olmayı tercih ederdi. fenerbahçeye nispeten iyi bir rakip gelmiş olmasına karşın grup 1.si olup da atletico madridle eşleşmek 4. torbadan wolsburg'u çekmek kadar talihsiz bir şey olsa gerek. beşiktaşın zaten sene başındaki futbolu ile ve mustafa denizlinin avrupadaki maçlarda koyabileceği kadar fazla defansif oyuncu koyma çabası yüzünden gruptan çıkmasının çok zor olduğunu tahmin ediyordum baştan. galatasaraya madrid karşısında şans, iki takıma da başarılar dileğiyle..

4 Ekim 2009 Pazar

Ankaragücü - Galatasaray

Maça çok az bir süre kala hemen kısa kısa notlarımı paylaşmak istiyorum..


Galatasaray'da Sabri, Emre Aşık ve Keita yok. Bu durumda Hakan Balta stopere kayıyor; sağda Uğur, solda Caner. Galatasaray'ın zorlanacağı aşikar.. Hücumda Keita'nın yokluğunu da fazlasıyla hissedecektir. Duran topların çok önemli hale geldiği bir maç olduğunu düşünüyorum. Ankaragücü Galatasaray savunmasını sık sık dengesiz de yakalayacaktır. Bunları değerlendirebilirse, son pasları iyi yaparsa kazanabilirler.

Galatasaray için duran toplar çok önemli. Kapanan ekiplere karşı zaten zorlandıklarını gördük, öne geçemezse vakit ilerledikçe her şey daha zor hale gelebilir.

Galatasaray bugün de kazanamazsa, basın artık kesinlikle rahat bırakmaz. Ve takım içinde de problemler iyice su yüzüne çıkar. Mutlaka kazanılması gereken bir maç olduğunu düşünüyorum.


Selametle
TzTa

26 Eylül 2009 Cumartesi

Galatasaray-Eskişehirspor




Yarın oynanacak maç öncesi biraz konuşmak istedim.


Öncelikle Galatasaray'ın savunmasında yine problem olduğunu görüyorum. Emre Aşık-Servet ikilisi rakibin hayli tehlikeli forvetlerine nasıl karşı koyacak izleyip göreceğiz. Orta sahada Ayhan'ın iyileşmiş olması, beklentilerin Mehmet Topal'ın kesilip Ayhan'ın tekrar kadroya girmesi üzerine yoğunlaşsa da, ben bunun böylesine zor bir maçta yapılacağını sanmıyorum. Zira bu kadar maç eksiğiyle, orta sahası hayli kuvvetli ve topa basan oyunculardan oluşan rakibi karşısında zorlanacağı apaçık.. İleride yine kimin oynayacağı handikap gibi gözükse de, ben Kewell-Arda-Keita-Baros dörtlüsünün yer alacağını düşünüyorum. Geçen hafta üç gol atan Nonda'nın takımda yer alması beklenebilir tabi ki, ama ben bunun için henüz kararsızım. --Nonda - Baros karşılaştırması yapan yazımı da en kısa zamanda yazmayı düşünüyorum.--

Eskişehirspor ligde yenilgisi olmayan takımlardan. Bu onlar için avantaj. Oyuncuların kafasında henüz yenilgi diye bişey yok, bu onlara fazladan motivasyon sağlayacaktır. Uzun kalecileri Ivesa yerden toplarda normal olarak zorlanıyor. Savunmalarının da uzun Lucko ve hava toplarında iyi olan El Saka'dan oluştuğunu düşünürsek Galatasaray'ın sürekli yerden oynaması yararına olabilir. Orta sahada Koray-Ragib iyi bi ikili oluşturabilir. Burak Yılmaz, Youla, Ümit Karan ve maç saatine yetiştirilmeye çalışılan Mehmet Yılmaz da takımın hücum gücünü oluşturuyor. Bu 4lü arızalı Galatasaray savunması karşısında, mutlaka gol bulacaktır diye düşünüyorum. Galatasaray'ın da ligin en çok gol atması dolayısıyla bizi gollü bir maç izleyeceğimiz düşüncesine itiyor.


Sonuç olarak gollü ve Galatasaray'ın 2 farklı galip geleceği bir maç bekliyorum. Skor olarak da 4-2 geçiyor içimden.. Ancak Galatasaray yenik duruma düşerse, o zaman biraz daha zorlanabilir. Ancak her ne olursa olsun güzel bir maç olacak, keyifle izleyeceğiz. Galatasaray galip gelirse, Alpaslan Dikmen için güzel bir hediye olacaktır.


Not: Galatasaray tribünleri bu maçta ultrAslan grubu lideri Alpaslan Dikmen'in ölüm yıldönümünde onu anacak. Maçın erken kopmasıyla tamamen Alpaslan Dikmen'e dönecektir. Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, huzur içinde yat Alpaslan Dikmen.


Selametle
TzTa

19 Eylül 2009 Cumartesi

İki Resim Arasındaki 7 Fark


18 Eylül 2009 Cuma

Futbolcu ve Sigara


Futbolcuların çoğu sigara içer, ancak toplum sporcu kimliğine sigara gibi sağlığa zararlı bir maddeyi yakıştıramadığı için bir futbolcunun sigara içtiği ortaya çıkınca tepki gösterir. En son örneğini Hakan Balta'nın sigara içerken görüntülenmesiyle yaşıyoruz. Ondan önce sigarayla "yakalanan" Buffon, Zidane ve Rooney tepki görmüştü. Futbolcuların saha içi performansını zerre etkilemese bile, bir sporcuyu da geçtim insan olarak kimseye sigara içmek yakışmıyor.

   

Sadece Futbol


Elini attığı yeri kurutan, her girdiği ortamda kavga ve tartışma çıkaran bir siyasetçinin hırsları ve her şeye egemen olma tutkusu futbola bulaşırsa ne olur? İşte bu olur. Lig başladıktan sonra yapılan saçma sapan birleşme girişiminin sonucu Ankaraspor'un küme düşmesi oldu. Recep Tayyip Erdoğan'la Melih Gökçek'in çekişmesiymiş, Mahmut Özgener'in bilmem nesiymiş umurumda değil. Futbol yerine konuştuklarımızı görünce hayrete düşmemek elde değil. Bundan sonra ne olacak, Ankaraspor'un maç yapıp puan aldığı takımlara ne olacak, bekleyip göreceğiz. Ama ligin kalitesi, Avrupa ligleri seviyesi derken bu rezaleti yaşamak hayal kırıklığı.  

Ne olurdu futbola bulaşmasanız? Futbol bizim sevdiğimiz gibi, olduğu gibi kalsa ne kaybedecektiniz?

15 Eylül 2009 Salı

En Güçlü İhtimal

Futbol bazen sürpriz yapan, bazen de sonu çok belli olan bir oyun. Manchester United'ın senelerdir Şampiyonlar Ligi deplasmanlarında oynadığı maçlara bakınca, ne kadar kontrollü oynayacağını anlamak mümkündü. Geçen sene 6 deplasman maçında 8 gol atan Manchester sadece 2 gol yemişti. Maçtan önce yazdığım yazıda da Manchester'ın savunarak oynayacağını ve Beşiktaş'ın gol atmasının çok zor olduğunu belirtmiştim. Bu nedenle en büyük beklentim beraberlikti.

Açıkçası Beşiktaş beraberlik için gayet iyi mücadele etti. Orta sahadaki Anderson-Carrick-Scholes üçlüsünün pas trafiğini bozamasa da kontra-atakları ve Nani-Valencia ikilisinin kanattan getirdiği topların tehlikeli olmasını önledi. Ancak normal olarak rakibinin üzerinde gerekli baskıyı kuramadı. Bu noktada artık iki takım arasındaki kalite farkı ortaya çıkıyor. Bu maç 90 değil 180 dakika oynansa Beşiktaş bir gol bulamazdı malesef. Rio Ferdinand oynamamasına rağmen onun yerini alan Evans gayet iyi bir oyun çıkartırken, Manchester'ın yumuşak karnı sağ bek kim oynarsa oynasın aksamaya devam etti. Beşiktaş adına Ernst mükemmeldi, Serdar Özkan yine çok iyi bir oyun çıkartmasına rağmen oyundan alınmasına hiçbir anlam veremedim. Mustafa Denizli bu sene maçlara hiçbir şekilde katkıda bulunamıyor, dahası takımı baltalıyor. Beşiktaş adına sahada mücadele etmeyen yoktu, en kötü ise malesef taraftardı(en ucuzu 75 tl'lik bilet fiyatlarına selam olsun).

Sonuç olarak Beşiktaş beraberlik almak için elinden geleni yapsa da sezon başından beri yaşadığı gol atamama sıkıntısını bu maçta -üstelik çok az gol yiyen bir takıma karşı- da yaşadığı için maç en güçlü ihtimalin gerçekleşmesiyle sona erdi. Bir Paul Scholes hayranı olarak golü atmasına sevinmedim dersem yalan olur. Maçtaki en güzel iki görüntü ise Rio Ferdinand'ın tribündekilere poz vermesi, ve Owen'ın son dakikalarda kaçırdığı pozisyonu gol sanan Manchester taraftarına Beşiktaş taraftarının "Al! Al! Al!" diye tepki göstermesiydi. Türk Emre Tilev'le ilgiliyse tek bir kelime bile etmek istemiyorum.

Mustafa Denizli ve İhtimaller


Mustafa Denizli ihtimal hesaplamayı çok sever. Yeri geldiğinde bu maç için şansımız %51 diye açıklama yapar, yeri geldiğinde 26. hafta sonunda ligde yaşanacak kopma ihtimalini hesaplar. Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edeceği B Grubu'ndan çıkma ihtimalini de yorumlamış: "Bu gruptan çıkmak için öncelikli olarak minimum ve maksimum puan sınırlarını belirlememiz lazım. Benim yaptığım çalışmalara göre bu grupta doğru zamanda doğru takımla 7 veya 8 puan bir üst tura çıkmamıza yetecektir. Herhangi bir şekilde elde edeceğimiz 10 veya 11 puan bizi üst tura çıkaracaktır". Açıklamada yanlış olan bir taraf yok, Şampiyonlar Ligi gruplarında 10 puana ulaşan takımlar genelde bir üst tura çıkmaya hak kazanır.

Biraz da Beşiktaş'ın bugün yapacağı maçın ihtimallerini konuşalım. Hem grubun açılış maçı, hem de rakibin grubun en iyi takımı olması nedeniyle bu maç Beşiktaş'ın grupta oynayacağı en önemli maçlardan biri. Manchester United bu grupta Beşiktaş'ın rakibi değil, onlara şimdiden gruptan 1. olarak çıkmış gözüyle bakabiliriz. Ancak Manchester United'ın Beşiktaş'ın rakipleri CSKA Moskova ve Wolfsburg'a puan bırakmama ihtimali de oldukça kuvvetli olduğundan, Beşiktaş'ın bu maçtan puan alması, rakiplerinin bir adım önüne geçmesi demek oluyor. İngiliz takımlarının deplasmanda İngiltere'de oynadıkları kadar iyi oynamadıkları bir gerçek. Üstelik geçmiş tecrübelerinden dolayı Türk takımlarından çekindikleri de ortada. Bu nedenle maç başlarken savunan bir Manchester United göreceğimizden oldukça eminim.

Bu noktada Beşiktaş'ın maç başında kuracağı baskının dozunu iyi ayarlaması gerekir, zira rakip forvette Rooney, orta sahadaysa onun önüne nokta ara pasları atabilecek kapasitede Carrick, Scholes, Anderson gibi oyuncular varsa, her kontra-atak tehlike yaratır. Cristiano Ronaldo ve Tevez ayrıldıktan sonra ezbere konuşup Manchester'ın geçen seneki kadar iyi olmadığını söyleyenlere hayret ediyorum. Bu hiçbir şey değilse o kulübede 23 yıldır oturan Sir Alex Ferguson'a büyük saygısızlık. Fergie'nin takımı tam bir sistem takımı, zaten ilk 11 oyuncusu olmayan Tevez'le mi güç kaybedecek? Geçen seneden tek eksikleri dünyanın en iyi 2 oyuncusundan biri olan Cristiano Ronaldo. Ama en azından bu hafta sonu Tottenham deplasmanında oynadıkları oyunu izlerseniz geçen seneden pek bir farkları olmadığını anlayabilirsiniz. Bir kere Manchester United çok komplike bir takım. Bir sürü hücum silahları var, takım savunmasını da Avrupa'da en iyi yapan takımlardan biri. Özellikle orta sahadaki pas alışverişleri hem rakibi yoruyor, hem de topun onlarda kalmasına neden oluyor. Stoper ikilisi bana kalırsa dünyanın en iyi ikilisi. Hücumda İngiliz takımlarının ortak silahı duran toplara ve Evra'nın sol kanattan yaptığı bindirmelere çok dikkat etmek lazım. Tabi bir de en büyük silahları, yanında Berbatov gibi bir pivot forvetle oynadığı zaman her an her şeyi yapabilecek kadar tehlikeli olan Wayne Rooney var.

Tüm bunlara karşın, Manchester United'ın sağ kanadının nispeten güçsüz olduğunu söyleyebiliriz. Yazının başında bahsettiğimiz Türkiye deplasmanlarından çekinme faktörü ve Beşiktaş taraftarının yaratacağı müthiş atmosfer, Beşiktaş'ın en büyük artıları. Artık Mustafa Denizli'nin sürpriz kadroyu falan boş verip Holosko'yu ilk 11'de, Ernst ve Fink'i de çift ön libero oynatması Beşiktaş'ın şansını artırır. Galatasaray maçında oldukça iyi bir performans sergileyen Serdar Özkan da maça başlayan oyuncular arasında olmalıdır. Oynadığı takdirde Nihat'ın da kendini kanıtlayacağını düşünüyorum. Manchester gibi senede sadece birkaç kez yenilen bir takımı yenmek için bir yol benim aklıma gelmiyor, umarım Mustafa hocanın aklında bir şeyler vardır.

İlk akla geleni en son söyleyeyim, bu maç sonunda onur kırıcı bir skor oluşacağını düşünmüyorum. Fink ve Ernst ikilisi iyi oynayıp Manchester United orta sahasını kilitlerse beraberlik bulunması ihtimaller dahilinde. O da Mustafa Denizli'nin performansına bağlı. Sonuç ne olursa olsun, bir taraftar için kendi stadında Manchester United'ı izlemek bile büyük bir keyif. Hem belki Beşiktaş bir galibiyet bile çıkarabilir, sonuçta o da düşük de olsa bir ihtimal.

Kanye West'in Egosu

Kanye West'in büyük egosu başına iş açmaya devam ediyor. İkinci kez bir ödül töreninde sahneye atlayarak antipati topladı. 2006'da en iyi video ödülünü Justice vs. Simian'a kaybettiğinde de sahneye atlayıp, "Ben klibimde Pamela Anderson'ı oynattım, 1 milyon dolar harcadım." gibi görgüsüzce açıklamalar yapmıştı. Şimdi de Taylor Swift'in aldığı ödülden sonra konuşmasını keserek Beyonce'nin videosunun daha iyi olduğunu söyledi ve çok da fazla şaşırtmadı. South Park'ın egosu büyük olduğu için eleştirdiği Kanye West, kendisini hiçbir şekilde değiştirmediğini gösterdi. Ona en iyi cevapsa, kendisi ödül aldıktan sonra, konuşmasını bitirme fırsatı bulamayan Taylor Swift'i tekrar sahneye davet eden Beyonce'den geldi. İzlemeyen varsa, videosu: http://www.youtube.com/watch?v=1z8gCZ7zpsQ

14 Eylül 2009 Pazartesi

Adebayor ve Gol Sevinci


Hepimizin bildiği gibi, Sheyi Emmanuel Adebayor bu senenin başında Manchester City'ye transfer olana kadar 3 sene boyunca Arsenal forması giymişti. Rakip takıma giden bir futbolcu taraftardan her zaman tepki görür, Adebayor'un transferinde de kural değişmedi. Premiere League'in 4. maçını yapmak için City of Manchester Stadium'a gelen Arsenal taraftarları Adebayor'u maç boyunca ıslıkladı ve aleyhinde tezahürat yaptı. Adebayor da onlara cevabını 80. dakikada golünü attıktan sonra Arsenal taraftarının olduğu ters tribüne 100 metrelik bir koşunun ardından kayarak yukarıdaki görüntüyü oluşturdu ve bu şekilde verdi. Birçok futbol sever Adebayor'un bu hareketini kınayacaktır ama bence Adebayor ayıplanacak bir şey yapmadı. Sonuçta tribündeki taraftarlar ona tepkilerini gösterebiliyor hatta küfür dahi edebiliyorsa, onun da kendini bu şekilde ifade etmesinin cezası en fazla sarı kart olmalı.

23 Ağustos 2009 Pazar

Abdul Kader Keita


Fransa liginin futbola kattığı güzelliklerden biri daha.. Geldiği günden beri gösterdiği performans, artık onun hakkındaki umutlarımı kısa da olsa anlatacağım bi yazı yazmaya itti beni..

Lille takımı onu Katar'ın Al Sadd takımından almış.Sonrasında 16 milyon euro karşılığında Lyon'a transfer olmuş ve 2 sezon oynadıktan sonra 8.5 milyon euro bonservis bedeliyle Galatasaray'a geldi.Milli takımda da oynuyor.

Şu ara herkes onu konuşuyor. Galatasaray taraftarı olan aman nazar değmesin diye bakıyor, olmayan kıskanarak.. Daha konuşmak, takıma olan yararını ölçmek için erken sayılabilir ama müthiş bir kumaşa sahip olduğu gerçek.. Topu her ayağına aldığın kaleye gitme isteği, iki tarafa da çok rahat çalım atabilme özelliği ve oyun zekası.. Aynı zamanda Kewell'da da olan ceza sahası içine sızıp gol atabilme özelliği.. Sağ taraf ona emanet.. Tabi ki arkasındaki adam da önemli, ama Sabri'yle çok iyi bi ikili olmadıkları net biçimde görülüyor.. Sanırım Uğur oynamayacaksa, orası için hala bi transfer durumu var..

Sonuç olarak hepimiz keyif alarak izliyoruz. Haldun Üstünel yine çok büyük bir iş yaptı. Eğer büyük aksilikler olmazsa Keita bu sezon adından çok bahsettirir. Elano'dan daha çok..

Selametle
TzTa

20 Ağustos 2009 Perşembe

Total futbol mu, Garanticilik mi?

Bu kadar yatırımın üzerine, dünyaca ünlü bir hocanın takımın başına geçmesiyle birlikte herkes Galatasaray'dan büyük başarılar bekliyor. Fenerbahçeliler hariç..Bu beklentiler üzerine düşünüp dururken aklıma gelen ilk şey, takımın sahaya nasıl yayılacağı oluyor..

Şöyle ki; eğer gerçekten eldeki kadro değerlendirilmek isteniyorsa ortaya muhteşem şeyler çıkabilir..Keza takımın başındaki adam total futbolu en iyi bilenlerden, hatta daha önce Katalan ekibinde uygulamışken; model olarak Barcelona alınıyor. Elinde muhteşem bi ofansif güç varken Rijkaard garantili futbol olan 4-2-3-1'i mi tercih edecek, yoksa bu takımın hakettiği oyun olan Arda ve Elano'nun orta saha üçlüsünde yer aldığı bir 4-3-3'ü mü tercih edecek merakla bekliyorum.. Kağıt üzerinde şu şekilde bir 11'den bahsediyorum..

Leo Franco;
Uğur,Gökhan,Servet,Hakan;
Mehmet Topal,Arda,Elano;
Kewell,Baros,Keita..

Bu takım her ne kadar defansif olarak güçsüz görünse de rakibe çok fazla top vermeyeceğini düşünürsek gayet başarılı olabileceğini sanıyorum. Bekleyelim ve görelim.

Galatasaray'ın ne olursa olsun keyif vereceğine eminim, ama en keyiflisi bu olur..

Selametle
TzTa

12 Haziran 2009 Cuma

Ronaldo Şaşırdı


Herhalde Ronaldo 94 milyon euroyu duyduktan sonra biraz şaşırdı, şaşkınlığını atmak için de gece hayatını yol belledi kendine ki daha bir gün önce sevgilisinden ayrılmış olan Paris Hilton ve kardeşiyle sabah 2.05e kadar bir gece kulübünde eğlenmiş, Paris Hilton'la yakın görüntüler sergilemişler. Ordan da devam etmişler geceye Nicky Hilton'ın evinde. Haydi hayırlısı bakalım günler onun günleri şu sıralar.

Bir de Real Madrid'de 7 numara giyemeyeceği için 9 numara giyecekmiş ve sanırım CR7 adındaki firmasının ismi artık CR9 olacakmış. E sezon bitti artık bu tür şeyler çıktı ortaya konuşmak için ama sezon tekrar başlayınca o muhtelemen yine unutturur bunları o şahane futboluyla ve bize onlarca konuşacak yeni hareketler yeni goller izletir...yeni takımında...

11 Haziran 2009 Perşembe

Real Madrid Transferleri

Sınavların, düşük performanslı bir belleğin, birçok zaman meşguliyet ve daha başka bahane edebileceğim birçok şey olsa da bunların başında ihmalkarlığın geldiğini ve bu yüzden de geçerli bir bahane sayılmayacağını bildiğimi söyleyerek uzun zaman sonra tekrar yazıyorum.
Real Madrid 68.5 milyon euroya Kaka'yı aldıktan sonra şimdi de 94 milyon euroya Cristiano Ronaldo'yu alma çabasındaymış. Geçen gazetede okuduğum gibi bir rüya takım oluşturma çabasındalar saırım hakikaten. Ama benim gözümde real madrid biraz Fenerbahçeye benzer. Bu tür bir benzetme yapmak ne kadar doğru bilmiyorum ama benzetiyorum işte. Hiçbir zaman takımından memnun değilmiş edasıyla sürekli yeni yeni dünya yıldızları alırlar ama buna karşılık pek yeterli başarıyı gösterebildiklerini düşünmüyorum. Liglerinde son 3 sezonda 2 kere şampiyon olmuş olmalarına karşın(bir tanesinde barcelona'yla aynı puanda ve 19 daha düşük averaj ile) bu takımın bir ülke liginde başarılı olabileceği zaten aşikar kaç senedir şampiyonlar liginde elle tutulur bir başarısı yok. Kaç senedir yarı finale çıkamadılar daha.
Belki de bunlar düşük düzeyde olan Real Madrid antipatimden kaynaklanıyor ama objektif bakınca yine aynı sonuca ulaşıyorum ben kendi kendime.
Bunlar bir yana, yine de eğer Ronaldoyu da alırlarsa bu sefer yeni bir avrupa başarısına çok daha umutla bakacaklardır muthemelen. Bakmalılar da zaten az buz paralar ve oyuncular değil bu mevzu bahis oyuncular ve bonservis ücretleri. İkisi de tek başlarına birçok takımın gidişhatında olumlu yönde büyük oynamalar yapabilecek oyuncular. Şimdi ikisi de gelirse bakalım ne olacak...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Bu Senenin Modası, Barcelona

 kupa

Öncelikle bir Manchester United sempatizanı olarak, kaybedilen finalin ardından bu yazıyı yazmanın çok zor olduğunu belirtmek isterim. Geçen sene aldığı kupayı bu sene de finale kadar çıkmışken alsaydı, Manchester United Şampiyonlar Ligi tarihinde kupayı üst üste iki kere kazanan ilk takım olacaktı. Maça gelecek olursak, bu sezonun en iyi oynayan, ve dünyanın en kaliteli iki liginde şampiyon olan iki takımın sezonun son ve en önemli kupasını almak için yaptığı maç bu kadar kalitesiz olmamalıydı. Kuşkusuz bu iki müthiş takımın sezon boyunca oynadığı maçları izleyen futbol severler, finalde daha güzel bir oyun bekliyordu.

guardiola

Manchester açısından Fletcher'ın yokluğu önemliydi. Hargreaves'in sezonu kapatmasının ardından, Fletcher'ın Arsenal maçında gördüğü oldukça gereksiz kırmızı kart, kadroda Carrick'ten başka ön libero kalmamasına yol açtı. Fletcher'ın yokluğunda Alex Ferguson belki Scholes'u oynatarak açığı kapatabilirdi ama Scholes sene başından beri oynamadığı için ona güvenemedi heralde. Onun yerine asıl bölgesi olmamasına rağmen bu gibi büyük maçların adamı Ryan Giggs'e güvendi ve orta sahayı Giggs-Anderson-Carrick üçlüsüyle kurdu. Herhangi başka bir maçta sırıtmayacak bu orta saha üçlüsü, karşısında Busquets-Xavi-Iniesta olunca oldukça zayıf kaldı. Hele ki ikinci yarıda Anderson da kenara gelince orta saha tamamen Barcelona'nın kontrolüne geçti, ki bu da defans hattı zayıflayan Guardiola'nın en çok istediği şeydi. Halbuki Ferguson Ronaldo'yu sağ kanatta kullanmayı denese, karşısında Sylvinho'yla oynayacak olan Ronaldo'dan daha çok verim alabilirdi. Rooney de sol kanatta kitlenmek yerine yavaş Barcelona savunmasını daha çok zorlardı. Manchester'da maç boyunca iyi oyunuyla ön plana çıkan oyuncu yoktu. Maça çok iyi başlamalarına rağmen, onuncu dakikada yedikleri golün oyun planlarını bozduğunu söyleyebiliriz. Zira Barcelona öndeyken nasıl oynaması gerektiğini çok iyi bilen bir takım. Maç sonuna geldiğimizde United'da en büyük hayal kırıklığını yaratan oyuncular bana göre Giggs ve Rooney'di. Sonuç olarak 25 maçtır yenilmediği bu ligde Manchester United, en kritik maçını kaybetti.

giggs

Barcelona cephesinde maç başlamadan en endişe verici şey sağ bek Dani Alves ve sol bek Eric Abidal'in yokluğuydu. Guardiola mecburen Yaya Toure'yi ortaya çekti ve final oynayan ilk 11'in içindeki 7 altyapıdan yetişme oyuncudan biri olan Busquets'i de ön liberoda oynattı. Puyol'un sağ bekte gösterdiği müthiş performans, maçın kilit noktalarından biriydi. Henry maç boyunca pek de etkili olamadı. Keza Messi de attığı mükemmel golden başka kayda değer bir katkı sağlamadı takımına. Maçın en iyisi kuşkusuz Xavi'ydi. Aslında Iniesta'yı da onunla beraber söylemek lazım, çünkü artık ayrılmaz bir ikili oldular. Barcelona, geçirdiği mükemmel sezonun ardından ödülünü eksiksiz olarak aldı. Biri Kral Kupası, biri La Liga şampiyonluğu ve biri de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olmak üzere tam üç kupa. Guardiola için kariyerine mükemmel bir başlangıç, daha iyisi gerçekten olamazdı. İlk senesinde bu kadar başarılı olan bir teknik direktör için kariyerinin devamı biraz zorlayıcı olacaktır. Çıtayı o kadar yükseğe koydu ki, düşürmeden devam ederse gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörlerden biri olacak. Manchester'ın 5te 5 yapma ihtimali konuşulurken, Barcelona 3te 3 yaparak tarihi bir başarıya imza attı. İki takım arasındaki en büyük fark, Barcelona'nın kupayı daha çok istemesiydi.

xavi

Sonuç olarak Barcelona final maçında sezon boyunca oynadığı oyunu oynayamasa da, bu zamana kadar yaptıklarıyla bu kupayı sonuna kadar hak etti ve bu sezonun en iyi takımı olduğunu kanıtladı. O atmosferi ve stadı gördükçe, Türkiye'de bir Şampiyonlar Ligi daha oynanmasını ne kadar çok istediğimi farkettim. Umarım bir kere daha bu organizasyona ev sahipliği yapabiliriz. Bakalım bu kupa Barcelona için bir son mu, yoksa futbol tarihinin en efsane takımlarından biri olma yolunda atılan ilk adım mı? Hep beraber göreceğiz.

manchester-barcelona

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bil Bakalım Kim?



Harry, Harry Kewell...

Futbol mu, sadece kazanmak mı?

Asıl sorulması gereken bu.Günümüz futboluyla ilgili, herkesin teknik taktik anlayışları arasındaki farklar sahaya ne kadar yansıyor, takımlar istedikleri futbolu sahaya ne kadar koyabiliyor tartışılabilir. İyi futbol oynayan takımların neredeyse hepsinin başarısız olduğunu görmek, beni gerçekten üzüyor. Kocaelispor ligde iyi oynayan takımlardan, ligden düştüler. İ.belediyespor keza öyle, düşmedi ama dibe kadar indi.. Galatasaray iyi oynuyordu, ama hocasını gönderdi.

Bugün ligin aynası olan bir maç izledim. Futbol oynayan ve futboldan soğutan iki takım karşı karşıyaydı. Galatasaray futbol adına her şeyi yaptı; kanatları kullandı,orta sahada tamamen üstündü, ileride pozisyonlara girdi. Savunmada tamamen şanssızlık olan iki gol yedi ve maçı kaybetti. Beşiktaş futbol oynamamak için direndi nerdeyse, tamamen kendi yarı sahasına kapanıp rakibe pozisyon vermeden maçı kazanmaya çalıştılar ve bunu da beceremediler. Galatasaray'ın topla oynama yüzdesinin %64lere kadar çıktığını gördüm. Arda maçın yıldızıydı. Baros 3-4 haftadır isteksiz, nedeninin şampiyonluktan kopmak olduğunu düşünüyorum. Sabri yine hayatının maçlarından birini oynadı. Emre aşık her ne kadar 2. golde bariz hata yapsa da maçın genelinde çok iyiydi. Keza Mehmet Topal..

Kısaca Galatasaray takım olarak çok iyi oynadı, futbol adına ne gerekiyorsa sahaya yansıttı, yine kaybetti. Ligin tepesindeki üç takımdan ikisi, ilk ikisi, iyi futbol oynamadan, bazen şans faktörü; bazen kişisel becerilerle burada.. Bunun geçici bir şey olduğunu düşünsem, belki önemsemezdim. Ama Avrupa futbolu'nun giderek "futbolsuzluğa" doğru kayması beni endişelendiriyor. Büyük takımlarla küçük takımlar arasında fark azalıyor, bu iyi bir şey diye geyik dönüyor hep... Küçük takımlar futbol olarak büyük takımlara yaklaşmıyor maalesef, sadece 4-6-0 taktiğiyle top rakipteyken kendi yarı sahasına kapanıp topu kaptığında ani goller bulmak, ya da duran top golleriyle maç kazanmak iyi bir şey değil. Yeriniz Yunanistan'ın yaptığı gibi Avrupa şampiyonluğu bile olsa, kimse sizden gururla, sevinerek bahsedemez. Gerçekten futbol isteyen hiçbir Beşiktaşlının bugün mutlu olduğunu sanmıyorum.

Beşiktaş'ı "başarı"sından dolayı kutluyorum. Fakat temennim herkesin bu yanlıştan dönüp futbol oynamaya çalışması, bu her ne kadar endüstriyel futbol için imkansız görünse de...

Selametle
TzTa

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Spoiler Alert!

2008/2009 futbol sezonunda dünyanın en önemli üç ligi erken bitti. İngiltere Premiere League'de Manchester United sezonun büyük bölümünde önde götürdüğü ligi bana kalırsa geçen hafta bitirdi. Geriye kalan 2 maçından bir puan alırsa, Liverpool son iki maçını kazansa bile şampiyon oluyor. İtalya Serie A'da da durum bundan farklı değil. Sezonun başından sonuna kadar ligi lider götüren Inter'in şampiyon olamaması, mucizelere bağlı. Öte yandan La Liga'da Barcelona 2 hafta önce Real Madrid'e sahasında 6 tane atarak ligi bitirmişti. Bu hafta da işi resmiyete dökecek.

Son haftaların heyecanı her zaman başkadır. En büyük üç lig bu sefer erken bitti. Ama Bundesliga, Fransa Ligue 1, Turkcell Süper Lig gibi liglerde şampiyonluk yarışı devam ediyor. En azından bir lig son haftaya kalsın da heyecanını yaşayalım. Şampiyonlar Ligi finali yetmez bize.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

İsteyen ve Hak Eden Kazandı


Bu akşam kupa finalinde karşı karşıya gelen iki takım bundan bir buçuk hafta önce ligde Beşiktaş'ın sahasında maç yaparken, maça daha istekli başlayan ve maç boyunca rakibinden daha iyi oynayarak maçı önde tamamlayan takım Fenerbahçe'ydi. Hiç ihtiyacı olmadığı halde, şampiyonluk için kazanmak zorunda olan rakibini deplasmandaki bir lig maçında yenebilecek kadar iyi futbol oynayan Fenerbahçe, bugün kendisi kazanmak zorunda olmasına rağmen inanılmayacak derecede silik bir futbol oynayarak kaybetti. Ligdeki her iki maçı da kazanmaları, bu noktada onlar için bir dezavantaja dönüşmüştü. Luis Aragones de maçtan önce bunu tahmin etmiş olacak ki, "bir takımı aynı sezonda üç kere yenmek kolay değildir." açıklamasını yaptı, ve haklı çıktı. Bundan önce yenildiği iki maçı da çok iyi analiz eden, ve bu sefer rakibini küçümsemeden sahaya çıkarak 90 dakikayı tamamlayan Beşiktaş, kupayı da kazandı.

Mağlup takım olduğun zaman, fatura normal olarak ilk önce teknik direktöre kesilir. Ama bu sefer durum biraz farklı. Fenerbahçe bu kupayı alarak bu rezil sezonu telafi edebilecek, dahası 26 senedir alınamayan kupayı alarak tarihe geçebilecekken eli boş dönüyorsa, Aragones'in bunun için özel bir çabası olması gerekir. Sezon boyunca takımdaki herkesle tartışıp, futbolcuların hiçbiri tarafından sevilmeyerek Şampiyonlar Ligi çeyrek finalisti olarak aldığı takımı bu günlere getiren, her maçta kulübede "Nereden geldim ben buraya?" bakışlarıyla oturan Aragones, bugün seneye Fenerbahçe'nin başında olmayacağını garantiledi. Aslında kadro tercihinde bana kalırsa çok fazla sorun yoktu. Gökhan Gönül'ü tekrar stoperde oynatarak bundan önceki maçlarda aldığı verimi alacağını düşündü ama bu risk ona eksi olarak döndü. Alex'i kesmek istemediği için de Semih'i oynatmadı. Alex'i oynatmayıp bu maçı kaybetseydi o zaman yine eleştiriliyor olacaktı çünkü bildiğimiz gibi Alex bu maç için uzun zamandır hazırlanıyor. Kalede Volkan Babacan'ı oynatması da maça 1-0 yenik başlamasına neden oldu. Bunun dışında Fenerbahçe'de iyi diyebileceğimiz futbolcular Deivid ve Güiza'ydı. Deivid son maçlardaki durgunluğunu atmış hem mücadele hem de hücum anlamında takıma katkı sağlarken, Güiza'da birkaç haftadır attığı gollerden sonra baskı altında olmayınca daha iyi oynayabileceğini kanıtladı. Zaten gol de bu ikiliden geldi. Deivid'in pası usta işi, Güiza'nın koşusu 'olması gerektiği gibi', okçu hareketi ise çok karizmatikti.

Kazanan takım Beşiktaş'a gelirsek; takım olarak çok iyi oynadılar. Son haftalarda giderek formu düşen Ernst bile bu maç daha iyiydi. Cisse takımının defansına çok şey kattı. Gökhan Zan gol pozisyonu dışında hatasız oynadı. Mustafa Denizli'nin maça İbrahim Toraman'ı sağ bek oynatıp Erkan'ı sola çekmesi tartışılabilirdi, ancak kazandıysan haklısın. Sezon genelinde oynadığı futbolu bugün çok iyi sahaya yansıttı Beşiktaş. Rakip hücumdayken alan daraltarak, kaptığı toplarla hızlı çıkarak gol buldu. Arapasları ve yan topları da iyi çalıştırdı. Her şeyden önemlisi takım olarak kupayı almaya olan inanç ve istekleriydi. En iyi oynayan iki futbolcuları ise Holosko ve Bobo'ydu, ikisi arasında tercih yapamadım. Tello'ysa maçın gizli kahramanıydı diyebilirim. Yusuf'u ayrıca konuşmak gerekir sene sonunda. Geldiğinde ben dair çoğu kişi, "Ölmüş adam koskoca Beşiktaş'a transfer edilir mi? Bu yaştaki adama para verilir mi?" demiştir eminim. Ancak Yusuf hepimizi yanıltmaya devam ediyor, ve belki de kariyerinde hiç olmadığı kadar koşarak ve istekli oynuyor. Vallahi helal olsun.

Fenerbahçeliler'e bir sene daha beklemelerini, Beşiktaşlılar'a ise tebriklerimizi iletmekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Son zamanlarda gördüğüm atmosferi en güzel ama gergin olmayan derbiydi. Sahadaki futbol da öyle. Hakem için de bir parantez açmak lazım; penaltı pozisyonu dışında hatasız yönetti ve maçın temposunu düşürmedi, onu da kutluyorum. Ve yazımı bitirirken bu senenin Beşiktaş'ın senesi olduğunu söylemek istiyorum. Şampiyonluk sizin, kupa sizin!

Not: Maçı sanal reklamlarıyla kanser eden Show TV yerine Lig TV'den izledim. Zaten spikeri Melih Şendil ve yorumcusu Fatih Terim'le çok daha kaliteliydi. Bir dahaki sefere tercih yapma şansınız varsa Lig TV'yi tercih etmenizi öneririm.

10 Yıl Sonra

arifkaç

"44. dakikaydı. Ümit Davala'nın pasıyla topla buluştum, Bir an önce golü yapmak istiyordum. Ofsayt mı değil mi tereddütü yaşadım. Bir anda sol ayağıma alıp tek vuruş yapmak istedim. Açıkcası sol ayağımın iyi olmadığını orada öğrendim. Pozisyonun hemen ardından devre bitti. Soyunma odasına giderken bir gölgenin bana yaklaştığını gördüm. Bir baktım hoca yanımda. Bana "Senin sol ayağın var mı ki vuruyorsun?" dedi. Ben de "Hocam ben atmak istemez miyim?" dedim. Hepimiz çok heyecanlıydık, hocaya gözükmemek için soyunma odasında pek durmadım."

Bahsi geçen pozisyon hepimizin hatırlayacağı gibi 17 Mayıs 1999'daki UEFA Kupası finalindeydi. Gerçi Arif Erdem müthiş anlatmış ama, kaçan o golü tekrar izleyip gülümsemek isteyen, "Hakan'a verse kesin goldü." demek isteyen varsa:

http://www.youtube.com/watch?v=X0486VD7eAM

Teknik Direktör Piyasası

3lü

2008/2009 futbol sezonunun sonuna gelinirken, tıpkı futbolcu piyasası gibi teknik direktör piyasası da hareketlendi. Hatta bu sene önceki senelere göre biraz daha fazla hareketlendi. Türkiye'ye bakacak olursak; 3 büyük takımın teknik direktörü de sezon sonunda gidecek gibi gözüküyor. İçlerinden kapıya en yakın olanı kuşkusuz Bülent Korkmaz. Geldikten sonra hayal kırıklığı yaratması, takımı yönetecek olgunluğa daha erişememiş olduğunun açıkça gözükmesi, ve futbolcularla iyi anlaşamaması onun seneye Galatasaray'da olmayacağını garantiliyor. Yerine birçok isim yazılmakla beraber, en çok adı anılan tabii ki Bernd Schuster. Getafe'de kurduğu olağanüstü sistem ve 4-2-3-1 taktiğiyle yakaladığı başarı sonrasında Real Madrid'i ilk gittiği sene Barcelona'nın önünde şampiyon yapıp orada da başarılı olmuştu. Talihsizliği, bu seneki Barcelona'nın ezeli rakibinin teknik direktörü olmasıydı bence. Değil Schuster, Hiddink bile karşı koyamadı Barcelona'ya. Bu şartlarda Galatasaray'ın transfer edebileceği en iyi hocalardan biri olur. Hem kariyeriyle Florya'nın futbolcuya dayalı sistemini değiştirerek tekrar teknik direktöre bağlar, hem de Alman-İspanyol futbolunu kombine ederek hem dayanıklı hem de göze hoş gelen bir futbol oynattırır Galatasaray'a. Öncesinde yapılacak kadro reformu da işini oldukça kolaylaştıracaktır.

 
Gideceği şimdiden belli olan bir başkası ise bence Aragones. Geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayan Fenerbahçe'yi alıp getirdiği noktaya bakınca şaşırmamak elde değil. Bunun "bir sistem oturtmaya çalışıyoruz"la bir alakası yok. İlk senesinde başarısız olup sonra çok iyi işler ortaya koyan takımlar gördük, ama Aragones'in Fenerbahçe'sinde en küçük bir umut ışığı bile yok. Ne takımın oynadığı futbol belli, ne Aragones'in yapmak istedikleri. Hemen her futbolcuyla kavgalı, futbolcular birbiriyle kavgalı... Durum bu olunca sahaya çıkan takım da oynamıyor. Fenerbahçe'nin bu sene kötü oynamasından daha önemli olan şey, mücadele etmemesi. Takım olarak kazanma isteklerini, birbirlerine ve hocalarına olan sevgilerini/saygılarını kaybettiklerini televizyondan bile görebiliyoruz. Bunun da en büyük sorumlusu Aragones, ve onu o koltuğa oturtan Fenerbahçe yönetimidir tabii ki. Bütün bunlara rağmen Aragones'in bu akşam oynanacak kupa finalini kazanıp Fenerbahçe'nin kupa özlemine son vermesi halinde takımda kalacağını söyleyenler var, ancak ben aynı görüşü paylaşmıyorum. Teknik direktör gönderme konusunda gereğinden fazla cüretkar olan Aziz Yıldırım'ın başkanlığa devam edecek olması da görüşümü destekliyor. Yerine kim gelir bilmiyorum ama Fenerbahçe'nin tek sorununun teknik direktör olmadığı açık. Yeni sezonda başarı istiyorlarsa birçok şeyi değiştirmeleri lazım.
aragones_3 

Geldikten sonra başarılı bir sezon geçirmesine rağmen, benim anladığım kadarıyla Mustafa Denizli de lig bitiminde Beşiktaş'tan ayrılacak. Eğer 2 kupayı birden alıp sezon sonunda ayrılırsa, gerçekten de eşi benzerine rastlanması güç bir şey olur. Denizli'nin Beşiktaş'tan ayrılmasını gerektirecek hiçbir şey göremiyorum. Ancak kendi açıklamalarının çoğu seneye Beşiktaş'ta olmayacağını gösteriyor. Belki yönetimle sorun yaşamıştır, belki daha iyi bir kulüpten teklif almıştır, belki artık çalışmak istemiyordur. Hepsi birer ihtimal, ama Denizli'nin gidişinin Beşiktaş'a zarar vereceği kesin. Trabzonspor da Ersun Yanal'ın gidişinden sonra bu kadroya yakışan bir teknik direktör getirmek zorunda. Şenol Güneş'in geri döneceği konuşuluyor. Olursa hem Trabzonspor için hem de Türkiye Ligi için güzel bir gelişme olur. Zira artık kimsenin bu seneki gibi kalitesiz bir lige tahammülü kalmadı. Tüm takımlar en iyileriyle gelsin, içlerinden en iyisi de şampiyon olsun.
_enol_g_ne_ 

Bizde durum böyleyken, Avrupa'da da Türkiye'dekinden farklı bir tablo yok. Teknik direktör değiştirme konusunda bize en çok benzeyen İtalya'dan başlayalım. Bu sene Serie A'da İnter dışında umduğunu bulan yok heralde. İnter Mourinho'yla devam eder, Milan'da Ancelotti ilginç bir şekilde sözleşmesini uzattı. Roma'da Spalletti dönemi bitti, Juventus'ta da Ranieri topun ağzında. İspanya'da Barcelona'nın teknik direktör değiştirmesi imkansız, sezon ortasında Aguirre'yi kovup Abel Resino'yu getiren Atletico Madrid'in de. Real Madrid dışında teknik direktör değişikliği beklemiyorum ben. Juande Ramos geldikten sonra nispeten başarılı bir performans sergilemiş olsa da, Real Madrid'in aradığı adam değil. Arsene Wenger olabilir diyorlar... İngiltere gibi teknik direktör istikrarı ile tanınan bir ülkenin istikrarsız takımı Chelsea, yine teknik direktör değiştirecek. Hiddink gelirken sezon sonunda gideceğini söylemişti zaten. Wenger'in Arsenal'den ayrılma olasılığı dışında başka bir değişiklik yok. Almanya'da Bayern ve Wolfsburg teknik direktör arıyor, Schalke Wolfsburg'u bu sene belki de şampiyon yapacak olan Felix Magath'la anlaştı. Fransa'da Marsilya'yla büyük başarı yakalayan Gerets sezon sonu gidiyor. Artık Gerets'in yaramaz bir adam olduğundan kuşkulanmaya başladım. Galatasaray'dan ayrıldığında da çok başarısız değildi. Yerine gelen isim Fransızlar'ın efsanesi: Didier Deschamps. Le Guen'le ilgili Fenerbahçe'ye geleceği söyleniyor, fakat PSG'de gayet başarılı. AZ Alkmaar'ı şampiyon yapan Louis van Gaal'i herkes istiyor, ama bakalım ona Alkmaar'ın yaptığı gibi 3 sene boyunca, takım 11. olsa bile güvenebilecek olan var mı? Ajax'ta başarısız olan Marco van Basten de boşta kaldı, talibi olacaktır.

Uzun süre sonra ilk kez bu kadar fazla teknik direktör değişikliğinin gündemde olduğu bir sezon görüyorum. Tabii Türkiye için gayet normal bir şey. Nasıl olsa her teknik direktörümüz en fazla bir sene takımının başında kalabiliyor.

10 Mayıs 2009 Pazar

Sivas TürBülent'e(!) Girdi

Öncelikle Bülent Uygun'u tebrik ediyorum, ve seneye "Nasıl antipatik olunur?" adlı bir konferans dizisi vermesini öneriyorum. Sivasspor gibi herkesin desteklediği ve kendi takımı olamazsa şampiyon olmasını istediği bir takımı çok kısa sürede ligin en sevimsiz takımı haline getirdi, vallahi büyük başarı. Sivasspor'un bu seviyeye gelmesinde ve iki senedir şampiyonluğuna oynamasında en büyük başarı Bülent Uygun'undur, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak geçen sene son haftalarda gelen hüsrandan sonra ben biraz daha akıllanmasını beklerdim. Hala saha kenarında aynı iticilikteki hareketlerine, hem kendi futbolcusunun hem de bütün futbol kamuoyunun kafasını karıştıran anlamsız açıklamalarına devam etti, şimdi de sonucuna katlanıyor/katlanacak. Ben Sivasspor'a karşı oynayan bir futbolcu olsam, bu saçmalıkları gördükçe daha büyük hırs yaparım Sivas'ı yenmek için.

Bu arada Bülent Uygun, fantastik sistemi TürBülent'ten tekrar bahsettiğinden beri 2 maçta 2 yenilgi aldı. Geçen hafta yenilginin nedeni olarak sıcak havayı göstermişti, bu hafta rakibimiz yarım pozisyon(!) bulup 2 gol attı dedi. Halbuki ben TürBülent'in bir süre servis dışı kalmış olabileceğini geçen hafta tahmin etmiştim. Acilen tamir etsinler, yoksa Sivasspor Şampiyonlar Ligi'ne de gidemeyecek. Yazımı sonlandırırken büyük Türk futbol düşünürü Bülent Uygun'dan bir alıntı yapmak istiyorum, hem de imla hatalarını bile düzeltmeden:

"Adalet adalet diye bağıran adaletsizlerin yanında durmaktansa, adaletsizce ölmeyi tercih ederim. Gerçek adaletinde kendi vicdanları olduğunu bilmeyenlerede güler geçerim..!"

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Arda Turan Ne Yapsın?

Ali Sami Yen'deki Fenerbahçe derbisinde Semih'le kavga edip önce kırmızı kart, sonra da 3 maç ceza alan Arda Turan, bu sıralar gündemden düşmüyor bildiğiniz gibi. Önce Kıbrıs'a tatile gitmesi, sonra İstanbul Büyükşehir Belediye maçından sonra soyunma odasının kapısındaki görevliyle tartışması, en son olarak da Fransa gezisi ve dönüşü medyaya "Olay! Olay! Olay!" diye yansıdı. Giydiği t-shirt bile eleştiri konusu oldu. Sevgilisiyle öpüştüğü resimlerin internete sızması da cabası...

Olaylarda Arda'nın tabii ki suçu var. En basitinden, Semih'le kavga etmemesi ve cezalı olduğu maçta daha dikkatli davranması gerekiyordu. Öte yandan, medyanın sistemli bir şekilde Arda'nın üstüne geldiği de çok açık. Örnek olarak Arda'nın Fransa'dan dönerken arkadaşlarından birinin çıkardığı kavgayı ayırmaya çalışmasına rağmen birçok internet sitesinde "Yine Arda, yine olay!" şeklinde suçlanmasını verebiliriz. Türk medyasının klasik, "Sivrilen olursa aşağıya çekeriz." tavrı bir kez daha kendisini gösterdi. Arda şu an bu ülkede oynayan en yetenekli futbolculardan biri. Futbolunu ve karakterini ne kadar geliştirirse, bunun hepimize faydası olur. Halbuki biz ona destek olmaktansa suçlamayı daha uygun buluyoruz.

Artık ben Türk medyasının Türkiye'de yetenekli futbolcu istemediğini düşüyorum. Arda'ya tavsiyem daha sakin, sadece oynadığı futbolla konuşulacağı bir ülkeye gitmesi, zira Arda artık Türkiye'ye fazla.

TürBülent Server Down

Sivasspor deplasmanda Gaziantep'e 2-1 yenilirken, aklıma ilk gelen şey Bülent Uygun'un hafta içi efsanevi TürBülent sistemiyle ilgili yaptığı açıklamalardı. Belki deplasmanlara götürmelerine izin verilmiyordur, belki de bir süreliğine servis dışı kalmıştır. Yoksa bu programın hata yapması mümkün değil. Çünkü futbol insan faktörünün devrede olmadığı, yüzde yüz teknolojiye ve makineye dayalı bir spordur.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Son Perde

Önce derbide aldığı beraberlik ve futbolcularının ruh hali, ardından da Ankaraspor beraberliğiyle Galatasaray lige havlu atmıştı. Bu sene tatile erken çıkan futbolcular, bu akşam da son perdeyi oynadılar. Perşembenin geleceği çarşambadan belliydi. Futbolla alakası olmayan biri bile Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'ını takip ettiği takdirde bu takıma olacakları tahmin edebilirdi.

Galipten başlayalım. Hacettepe'yi ve Ergün Penbe'yi tebrik etmek lazım. Küme düşmeyi garantilemiş olsalar bile bu mücadeleyi göstermeleri saygıyı hak ediyor. Oyuncular biraz da vitrin motivasyonuyla bu maçta ellerinden geleni yaptılar. Açıkçası kapasiteleri de belli, küme düşmeyi her şeye rağmen hak ediyorlar. Bir Galatasaray taraftarı olarak Ergün Penbe'nin duruşuna bayıldım. En azından eski takımına gol atınca yumruk şov(!) yapmadı.

Galatasaray açısından ise bu maçı en iyi özetleyen şey; küme düşmeyi garantileyen Hacettepe'nin, Galatasaray'dan daha istekli olmasıydı. Galatasaray'lı futbolcular sezonun son perdesini oynarken, aynı zamanda rezaletin de son perdesini oynadılar. Sahada hayatımda gördüğüm en hırssız, en isteksiz takımlardan biri vardı. Özellikle Harry Kewell, Yaser, Hakan Balta gibi oyuncuların bitik halleri gerçekten beni şaşırttı. Beni şaşırtan bir başka şey ise takımın en iyi iki futbolcusunun Lincoln ve Semih Kaya olmasıydı. Lincoln istediğinde ne kadar iyi oynayabileceğini, Semih de gelecekte gerçekten iyi bir stoper olacağını gösterdi. Takımın geri kalanı ise tatile çıktıklarını... Bülent Korkmaz'ın anlamsız değişiklikleri de duruma tuz biber ekti. İnsan düşmanına Bülent Korkmaz'ın Hasan Şaş'a yaptığını yapmaz. Sakatlıktan yeni çıkmış ve kendine iyi bakmamış bir oyuncuyu her kötü giden maçta kurtarıcı olarak oyuna sürerek taraftarın önüne atmak, kuşkusuz Bülent Korkmaz'ın kötü niyetle yaptığı bir şey değil. Ancak Bülent Korkmaz bu şişkin egosuyla, kafasındaki bu yerli-yabancı ayrımıyla, bu inatçı karakteriyle, bu sınırlı futbol bilgisiyle Galatasaray'ın teknik direktörü olamayacağını çok defa kanıtladı. Geçen sene sıradışı ve çok mutluluk verici bir şampiyonluk yaşadık. Ancak kabul etmek gerekir ki en nihayetinde bu şampiyonluğun bedeli, bize ağır oldu. Futbol takımını teknik direktörsüz yönetebileceğini sanan Adnan'lar bir yandan Galatasaray tarihinin en iyi kadrosunu kurarken, bu kadronun başına hak ettiği kalitede bir teknik direktör getirmeye gerek görmediler. Ne Skibbe, ne de Bülent Korkmaz bu halleriyle bu takımın teknik direktörleri değil. Eğer bu sezonun bize en küçük bir faydası varsa, o da bir futbol takımının iyi bir teknik direktör olmadan başarılı olmasının imkansız olduğu gerçeğini yöneticilerimize öğretmesidir.

Seneye Adnan Sezgin'siz, işine karışılmayacak uluslararası kalitede bir hocayla ve bir-iki takviyeyle bu takımın neler yapabileceğini görürüz umarım. Florya'nın tek sorumlusu olması için iki tane de ütopik adayım var: Felix Magath ve Fatih Terim.

1 Mayıs 2009 Cuma

Yok Artık!

"Maç öncesi yaptığımız çalışmaların meyvelerini bazen ilk 15 dakikalarda topluyoruz. Devre arasında da TürBülent adını verdiğimiz bilgisayar programı bize ilk 45 dakika boyunca rakibin hata yapan bölgesini hızla çıkartıyor ve ikinci yarının başında da bu açıktan faydalanıyoruz..."

-Büyük Türk futbol düşünürü, Bülent Uygun

Sizi bilmem ama bu açıklamalar bana Turist Ömer Uzay Yolunda adlı filmi hatırlattı. İzleyenler bilir, Sadri Alışık'ın canlandırdığı Turist Ömer karakteri uzay gemisindeki her şeyi bilen "kompiter"e toto sonuçlarını soruyordu. Bülent Uygun'un sözlerini okuduğumda kafamda Sivasspor soyunma odası canlandı. Bülent Uygun bilgisayara yaklaşıp soruyor, "Kompiter, rakibimizi nasıl yenebiliriz?"

26 Nisan 2009 Pazar

Galiptir Bu Yolda Berabere!

Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere Galatasaray'ı galip ilan ediyorum. Zira bu maç birçok şeyin artık görülmesi gerektiğini gösteriyor.Bunlardan biraz bahsedeceğim.


Ve tabi ki asıl gerçek, Bülent Korkmaz'ın bu takımın hocası olamayacağıdır. Geldiği günden beri hep ısrar ettiğim şey, bu adamın hangi akla hizmet takımın başına getirildiğini birinin çıkıp açıklamasıydı. Önceki çalıştığı takımlara ne yaptığı ortada... Galatasaray seyircisine Gençlerbirliği deplasmanında yaptığı hareket ortada... Gittikten sonra Galatasaray başkanının yaptığı jubile davetlerine icazet etmemesi ortada...


Burada futbolcu gözüyle takımıma bakıyorum.

Maça çift forvet gibi başlıyoruz. Hayır hayır hoca Nonda'yı sağa çekti. Olmadı, Serkan çok yalnız kalıyor. Baros'u sağa çekti. Allah'tan bir şans golü bulduk. Takımda 4 tane topu çok iyi oynatacak adam var, ama 4'ü de bizim yarı sahada. Ulan biz nasıl gol atacağız? Neyse yemeyelim bari... Oha rakip gelmeye başlamışken Baros çıktı, e bu adam değil mi hızlı, çevik, sürekli savunmanın başını ağrıtan ve ligin gol kralı... Al işte Baros'ta hocaya tavır yaptı. Abi zaten bu adam sezon sonunu bile göremez... Zaten seneye takımda Arda'nın üzerine kurulacakmış... Arda nerede hakikaten? Daha cezası bitmeden sürekli ceza alıyor... Yönetimden para cezası da almıyor... Lincoln geç kalınca laf oluyor... Aslında Lincoln iyi topçu ama sorunlu... Aha korner oldu dur defansa yardım edeyim... Bu Hasan abi ne kadar çok konuşuyo ya... Aha yedik golü... Al işte... Neyse artık önümüzdeki seneye bakarız...


Bugün eminim, herkes keşke Skibbe kalsaydı, hiç değilse iyi futbol izliyorduk demiştir. Bülent Korkmaz bu maçla Galatasaray kariyerini sona erdirmiştir. Bu Galatasaray'ın hayrınadır. Bu adamın başarısız olacağı gün gibi ortadayken takıma hoca yapmak, sadece Adnan Polat'ın yapabileceği bir işti ve nitekim öyle oldu... Umarım seneye kariyerli düzgün bir hoca gelir bu takımın başına ve iyi futbol oynayan bir takım izleriz.


Hayırlı puan kaybı, tam olarak budur. Artık önümüzdeki yıla konsantre olup, yeni hoca ve yeni futbolcularla görüşmeler başlayabilir.



Selametle
TzTa

25 Mart 2009 Çarşamba

İngiltere'nin 4 Büyük Takımının 09/10 Formaları

Kesin olmamakla birlikte, İngiliz medyasının haberlerine göre gelecek sezon Arsenal, Chelsea, Liverpool ve Manchester United takımlarının formaları medyaya sızdı. Bu formaların giyilip giyilmeyeceği kulüpler veya firmalar tarafından doğrulanmış değil, fakat yılın bu döneminde ortaya çıkıyorsa muhtemelen gerçektir. Habere göre Arsenal ve Liverpool ev sahibi formalarını değiştirmezken, deplasman formalarında değişikliğe gitmişler. Chelsea ilginç(!) bir ev sahibi forması seçmiş, resmen zırhlı. Manchester ise yorumsuz. Liverpool'un forması çok güzel olmuş.

Arsenal Deplasman:

Liverpool Deplasman:
Chelsea:
Mancester United:

Siz ne düşünüyorsunuz?

Neler Olmuş

- Borç batağına girip Lassana Diarra ve Jermain Defoe'yu yolladıktan sonra hesapları sıfırlayan Portsmouth, lig başlamadan önce yeni sahibini arıyormuş.

- Didier Drogba, sorun yaşadığı Scolari'nin gitmesiyle birlikte Chelsea'de kalmak istediğine karar vermiş. Yeni bir kontrat imzalamayı düşünüyormuş. Anelka'nın da sakatlığıyla birlikte Drogba tekrar takımının forvet hattındaki ilk tercihi haline geldi.

- Blackburn'lü Andre Ooijer, sene sonunda eski takımı PSV'ye dönüyormuş.

- Tottenham menejeri Harry Redknapp, Genoa'nın Udinese'yi 2-0 yendiği maçta gol atan Diego Milito'yu izlemiş. Beğenmiş olacak ki transfer etmek istemiş. Sezon başında almak istemişler, ama 14 milyon pound isteyen Zaragoza'ya istedikleri teklifi veremeyince Milito da eski kulübü Genoa'ya dönmüştü. Şimdi Genoa onu satmaya yanaşır mı, zor. Bu arada Tottenham cephesinden bir sevindirici haber, 4 aydır sakat olan Alan Hutton iyileşti ve maç yapabilecek duruma geldi. Öyle ki İskoçya milli takım kadrosuna bile çağırıldı.

- Liverpool'un İspanyol sağ beki Alvaro Arbeloa, takımlarına tarihlerindeki ilk Premier League şampiyonluğunu getirebilirlerse, Liverpool şehrinin en büyük efsanesi ünlü müzik grubu The Beatles'ı geçebileceklerini söylemiş. Bu işin esprisi bile olmaz, biri şu çocuğa Beatles'ı anlatsın.

- Liverpool'dan devam. Bu sene takımında inanılmaz bir performans ortaya koyan Steven Gerrard, bu performansını takım arkadaşlarına ve çok severek oynadığı yeni pozisyonuna bağlıyor. Arkasını toplayan iki ortasaha olduğunda daha iyi ve rakip için tehlikeli olduğunu söylemiş ve Capello'ya da mesajı göndermiş, "Beni arkaya bağlama". Bu arada Gerrard bu sene hiç olmadığı kadar mutlu olduğunu ve sözleşmesini 2013'e kadar uzatmak istediğini söylemiş.

- Moratti reste rest çekmiş! Zlatan İbrahimovic'in, takımı Manchester United'a elendikten sonra yaptığı ve Avrupa'da başarılı olamadıkları için ayrılık sinyalleri verdiği açıklamasına, "Her futbolcunun bir değeri var. İyi teklif gelirse satarız. Bakarsınız bir gün İnter Şampiyonlar Ligi'ni kazanır. Ama o gün İbrahimovic, takımımızda olmayabilir. Hayatta her zaman istediğiniz olmuyor. Hayatınızda yaptığınız değişiklikler sonradan pişmanlıklara yol açabiliyor." diyerek karşılık vermiş ve İbrahimovic'e mesajını yollamış.

21 Mart 2009 Cumartesi

Newroz Piroz Be-Nevruz Kutlu Olsun



Siyasi çekişmeden, tatsızlık ve huzursuzluktan, gerginlikten uzak; sevgi ve barış dolu nice nevruz-newrozlara.

19 Mart 2009 Perşembe

Mücadele

Galatasaray bugünkü maça avantajlı çıkacak. Saha avantajı bizde, skor avantajı bizde, hava kötü-zemin ağır olacaktır, bu da pozisyon bulup gol atmak zorunda olan Hamburg'dan ziyade teknik oyuncularından yoksun Galatasaray'ın işine gelecektir. Yağmurlu veya karlı havalarda oynanan maçların çoğu golsüz biter. Maç başladığı gibi biterse Galatasaray tur atlayacağı için, işimiz hiç de zor değil. Tek yapmamız gereken gol yememek.

Hal böyleyken en çok sıkıntı çektiğimiz bölgenin defans olması da kaderin bir cilvesi heralde. Tamam sene başından beri birçok sakatlık yaşadık, ama gol yemek istemediğimiz bir maçta 2 as stoperimiz sakat, yedek stoperimiz de cezalıysa bu da büyük bir şanssızlıktır. Semih Kaya'nın oynayabilecek bir durumu yok, bu belli oldu. İkinci stoper olma görevi de yine Kewell'a kaldı. Hamburg'da izledik kendisini, stoper mevkiinde hatasız oynadı. Daha önce de gençken oynamış zaten. Yarı sahamıza kapandığımızda yine Kewell'ın çok sorun çıkartacağını sanmıyorum ben, ama olur da açık alanda yakalanırsak defansımızın zaafları belirgin biçimde ortaya çıkacaktır.

Hamburg'da Petric ve Trochowski yok. Trochowski bana göre Hamburg takımının yarısı. Petric yerine Olic oynayacak, daha bile iyi bir oyuncu olduğunu söylememe gerek yok heralde. Gravgaard da oynamayacaktır. Onun dışında bir değişiklik olmayacaktır. Galatasaray'da ise en büyük zaaf Arda'nın oynamaması olurdu, neyse ki oynayacak. Sağ bekte Serkan Kurtuluş, önünde Sabri çok başarılı bir tercih olacaktır. Böylece Mehmet Güven'den de kurtulmuş olacağız.

Lincoln ve Baros'tan olağanüstü bir performans bekliyorum, özellikle skor avantajını yakalarsak kontra-ataklarda çok başarılı olacaklardır. Ama işi bitirecek olan onlar değil, ortasahamız ve Serkan Kurtuluş'la Harry Kewell'ın göstereceği performans olacaktır. Gerekli hırsla sahaya çıkarsak, turu atlayacağımız konusunda şüphem yok. Hamburg'un direnci çabuk kırılacaktır. Hafta sonunda Schalke deplasmanına gidecekleri de düşünülürse, bu maça kimin daha konsantre ve motive olduğunu tahmin etmek güç olmaz. Bu maçın anahtarı inanç ve mücadeledir, yolunuz açık olsun aslanlar.

Not: Martin Jol, erken gol buldukları takdirde taraftarın şevkinin kırılacağını söylemiş. Galatasaray taraftarını tanımadığı belli oldu.